GİDER
İNDİRİMİNDE ÖZELLİKLİ KONULAR
I-
GİRİŞ
Mükellefler, gelir
ve kurumlar vergisi matrahlarının tespiti aşamasında, yasal düzenlemeler
çerçevesinde birtakım harcamaları gider olarak dikkate almaktadırlar. Ancak,
bazı harcamaların gider olarak dikkate alınıp alınmayacağı konusunda tereddütler
hasıl olduğu görülmektedir.
Bu bağlamda
makalemizde, gider indiriminde özellik arz eden bazı konular
irdelenecektir.
II- GİDER
İNDİRİMİNDE ÖZELLİKLİ KONULAR
A- ELEKTRİK, SU,
TELEFON VB. FATURALARIN BAŞKALARI ADINA DÜZENLENMESİ HALİNDE GİDER
NİTELİĞİ
Genellikle
kiralanan işyerlerine ait elektrik, su, telefon vb. abonelikler işletme
sahipleri ya da ortaklar adına olmaktadır. Dolayısıyla üçüncü kişiler adına
düzenlenen belgelere dayanılarak gider yazılma ve KDV’nin indirim konusu yapılıp
yapılmayacağı gibi tartışmalar yaşanmaktadır.
Vergi İdaresi’nin
çeşitli zamanlarda gerek gelir vergisi açısından gerekse KDV açısından vermiş
olduğu özelgelerde çelişkiler bulunmaktadır. İlgili giderlerin kiracı
konumundaki şirket tarafından tüketildiğinin ispat edildiği durumlarda genelde
Vergi İdaresi’nin gerek gider gerekse KDV açısından mükellef lehine vermiş
olduğu görüşler bulunmaktadır[1].
Ancak bazı
dönemlerde de başkası adına gelen faturaların kayıtlara gider olarak intikal
ettirilemeyeceği ve KDV’nin de indirim konusu yapılamayacağı yönündeki kararları
da gözönüne alınmalıdır.
Dolayısı ile
şirketler vergisel riski ortadan kaldırmak için, elektrik, su, telefon vb.
giderlere ilişkin faturaların kendi adlarına gelmesini sağlayabilmek için
sözleşmeleri kendi adlarına yaptırmalıdırlar. Ayrıca, elektrik, su, telefon vb.
giderlere ilişkin ödenen gecikme zamlarının KKEG olarak değil kurum kazancının
tespitinde gider olarak indirim konusu yapılması mümkündür (Bu tür gecikme
zamlarının GVK’nın 40. maddesi uyarınca sözleşmeye istinaden ödenen bir bedel
olduğu kabul edilmelidir)[2].
B- GEÇ ÖDENEN
ELEKTRİK, TELEFON, DOĞALGAZ VE SU TÜKETİM BEDELLERİNE İLİŞKİN GECİKME ZAMMININ
GİDER BOYUTU
Vergi mükellefleri
tarafından elektrik, telefon, doğalgaz ve su tüketim bedelleri çeşitli
nedenlerle vadesinde ödenmemesi söz konusu olabilmektedir. Bu bedellere ilişkin
faturanın vadesinde ödenmemesi durumunda, gecikme zammı uygulanmakta ve tahsil
edilmektedir. Bu şekilde uygulanan ve ödenen gecikme zamlarının Gelir Vergisi
Kanunu(GVK) ve Kurumlar Vergisi Kanunu(KVK) yönünden gider olarak dikkate alınıp
alınamayacağı ve KDV’lerinin indirim konusu yapılıp yapılamayacağı konuları
zaman zaman tartışmalı olmuştur.
GVK’nın 40 ve 41.
maddelerinde safi kazancın tespitinde indirilecek ve indirilemeyecek giderler,
sayılmıştır. Sözü edilen 40. maddenin 3. bendinde, işle ilgili olmak şartıyla
mukavelenameye veya ilama veya kanun emrine
istinaden ödenen zarar, ziyan ve tazminatların safi kazancın tespitinde
indirilecek gider olarak dikkate alınacağı hüküm altına alınmıştır.
Anılan Kanun’un 41.
maddesinin 5. bendinde ise, her türlü para cezaları ve vergi cezaları ile
teşebbüs sahibinin suçlarından doğan tazminatların gider olarak indirilemeyeceği
belirtilmiştir. Ancak, anılan maddenin aynı bendinin parantez içi hükmünde ise,
akitlerde ceza şartı olarak derpiş edilen tazminatların cezai mahiyette tazminat
sayılmayacağı belirtilmiş bulunmaktadır.
Öte yandan, KVK’nın
6. maddesinde, safi kurum kazancının tespitinde de GVK’nın ticari kazanç
hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
Diğer taraftan,
KVK’nın 11/1-d ve GVK’nın 90. maddelerinde, 6183 sayılı Kanun’a göre ödenen
ceza, gecikme zammı ve faizlerin gelir ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde
gider olarak dikkate alınamayacağı hükme bağlanmıştır.
6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un “Kanun’un Şümulü” başlıklı
1. maddesinde; “Devlete, vilayet hususi idarelerine ve belediyelere ait
vergi, resim, harç, ceza tahkik ve takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi
cezası, para cezası gibi asli, gecikme zammı, faiz gibi fer’i amme alacakları ve
aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan
ve amme hizmetleri tatbikatından mütevvellit olan diğer alacakları ile bunların
takip masrafları hakkında bu kanun hükümleri tatbik olunur.”
denilmektedir.
Kamu alacakları
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamında olduğu
söylenebilir. Ancak, ticari sözleşmeden doğan alacaklar 6183 sayılı Kanun
kapsamında değildir. Elektrik, su, telefon ve doğalgaz hizmetlerini sunan
kurumların kamu kurum ve kuruluşları ile belediyelere ait olması durumu
değiştirmemekte, bu kuruluşlara ait olan alacakların kamu alacağı niteliğinde
olduğunu göstermemektedir. Zira, belirtilen türden tüketimlerin yapılabilmesi
ancak, ilgili kurum ile sözleşme yapılmasına bağlıdır ve bundan doğan alacaklar
da sözleşmeden doğan alacaktır. Bu nedenle, belirtilen kurumların alacaklarının
6183 sayılı Kanun’a göre takip ve tahsili söz konusu değildir.
İki taraf arasında
yapılan sözleşmelerde, faturanın süresinde ödenmemesi halinde uygulanacak
yaptırım belirlenmekte ve bunu her iki taraf da kabul etmektedir. Dolayısıyla,
bu tür ödemelerin süresinde yapılmaması halinde ödenen gecikme zamları bir akde
dayanmaktadır.
Maliye
Bakanlığı’nca verilen bazı özelgelerde, enerji borcunun süresinde ödenememesi
nedeniyle ödenen gecikme zammının, müessesenin kaynaklandığı ve bu nedenle safi
kurum kazancının tespitinde gider olarak hasılattan indirilemeyeceği
belirtilmiştir[3].
Ancak, Maliye
Bakanlığı’nca son yıllarda verilen özelgelerde, elektrik, doğalgaz, telefon ve
su tüketim bedellerinin süresinde ödenmemesi nedeniyle tahakkuk ettirilen
gecikme zammının, vade farkı mahiyetinde bir ödeme olduğu, işletme ile ilgili
bulunmak ve başka bir fiil nedeniyle tahakkuk ettirilmemiş olmak şartıyla ticari
kazancın tespitinde gider olarak dikkate alınabileceği açıklanmıştır[4].
Maliye
Bakanlığı’nca verilen bir başka özelgede, PTT ve TEAŞ gibi kurumların kamu
kuruluşu olmasının bu kuruluşlara ait alacakların kamu alacağı niteliğinde
olduğunu göstermeyeceği, bu kurumların alacaklarının 6183 sayılı Kanuna göre
takip ve tahsilinin mümkün olmadığı, elektrik, su ve telefon faturalarının
süresinde ödenmemesi nedeni ile alınan gecikme zamlarının işle ilgili olarak
mukavelenameye göre ödenen tazminat olarak nitelendirilmesi gerektiği ve kurum
kazancının tespitinde gider olarak yazılmasının mümkün olduğu belirtilmiştir[5].
Bu duruma göre,
elektrik, telefon, doğalgaz ve su tüketim bedellerinin zamanında ödenmemesi
nedeniyle ödenen gecikme zamlarının, işle ilgili olarak mukavelenameye göre
ödenen tazminat veya vade farkı olarak değerlendirilmesi ve GV ve KV matrahının
tespitinde indirilecek gider olarak dikkate alınması uygun olacaktır.
C- İŞ KAZASI
DOLAYISIYLA ÖDENEN TAZMİNATIN GİDER BOYUTU
Gelir Vergisi
Kanunu’nun 40/3. maddesine göre “İşle ilgili olmak şartıyla mukavelenameye
veya ilama veya kanun emrine istinaden ödenen zarar, ziyan ve
tazminatlar” gider olarak yazılabilmektedir. Buna karşılık aynı Kanun’un
“Kanunen Kabul Edilmeyen Giderler”i düzenleyen 41/6. maddesinde
“teşebbüs sahibinin suçlarından doğan tazminatlar”ın gider yazılamayacağı
kabul edilmiştir.
İki maddeyi
birlikte değerlendirdiğimizde, ticari faaliyetle ilgili olmak kaydı ile ve suç
oluşturmamak koşulu ile sözleşmeye veya mahkeme kararına yahut kanun emrine
istinaden ödenen tazminatların gider yazılabileceği sonucuna ulaşılmaktadır.
Buna karşılık
tazminata yol açan fiilin kanunlarla suç kabul edildiği hallerde tazminat,
sözleşmeye veya mahkeme kararına yahut kanun emrine istinaden ödense dahi gider
yazılamayacaktır.
Ancak, iş kazasının
oluşumunda işverenin suç niteliğinde fiili söz konusu değilse, bize göre işçiye
(veya mirasçılarına) yahut yaptığı masrafların rücûu dolayısıyla SSK’ya ödenen
tazminatın gider yazılabilmesi gerekmektedir.
Öte yandan, Vergi
İdaresi’nin vermiş olduğu özelgelerde, kanunun lafzi yorumu ile çelişir şekilde,
işverenin ödediği tazminatın işverenin kusurlu olduğu orana tekabül eden
kısmının gider yazılamayacağı görüşü kabul edilmektedir. Örneğin, Gelir İdaresi
Başkanlığı’nın 31.01.2007 tarihli Özelgesi’nde, Büyük Mükellefler Vergi Dairesi
Başkanlığı’nın 11.01.2008 tarihli Özelgesi’nde, ödenen tazminatın işverenin
kusuruna tekabül eden kısmının gider yazılamayacağı görüşü benimsenmiştir.
Buna göre, işverenin kusuruna tekabül eden kısmının gider
yazılamayacak ancak işverenin kusurundan kaynaklanmayan kısma isabet eden
bölümün gider yazılabilecektir.
Ancak, Danıştay 3.
Dairesi’nin Kararı’[6]nda, bir iş kazası nedeniyle
işçisine kusuru oranında mahkeme kararına göre tazminat ödeyen ve ödediği
tazminatı gider yazan bir mükellef aleyhine tazminatın işverenin kusuru
dolayısıyla ödendiği ve bu sebeple gider yazılamayacağı sebebiyle yapılan cezalı
tarhiyatı, teşebbüs sahibine olayın oluşumu dolayısıyla suç izafe edilmediği
gerekçesiyle kaldırmıştır.
Görüldüğü gibi
yargı, idarenin aksine kanunun açık olan lafzına itibar etmekte olup, suç
oluşmadıkça ödenen tazminatın gider olarak dikkate alınabileceği yönünde görüş
benimsemiştir.
Bu nedenle,
doğabilecek ihtilafları bertaraf etmek adına idarenin görüşünü gözden geçirmesi
yerinde bir karar olacaktır.
D- BELİRLİ CİRO
HEDEFLERİNİ DOLDURAN BAYİLERE VERİLEN BEDELSİZ MALLAR VE HEDİYELER
Satışları artırmak
ve bayiler arasında rekabet yaratmak amacıyla, belli bir ciroyu aşan bayilere
prim veya ıskonto adı altında yapılan ödemeler ile bedelsiz verilen malların
ciro primi (başarı primi) olarak değerlendirilmeleri gerekir. Dolayısıyla
yapılan iş bayiinin ana firmaya karşı verdiği bir hizmet olarak nitelendirilerek
bayi tarafından fatura edilmeli ve gelir kaydedilmelidir. Elde edilen primin
bayie sağlanan bir menfaat olduğu tabiidir ve bayiinin hasılatına eklenerek
vergilendirilmesi gerekir.
Ödüllendirmenin
şans unsuruna bağlı olarak gerçekleşmesi veya belirli hedefler karşılığı mutlaka
sağlanıyor olması, performansa bağlı elde edilecek primlerin hizmet olma
niteliğini değiştirmemekte ve bayice faturaya bağlanarak gelir kaydedilmesi
gerekliliğini ortadan kaldırmamaktadır.
E- SEMİNER VEYA
TATİL NİTELİĞİNDEKİ BAYİ TOPLANTILARI
Belirli sürelerle
satılan malların pazar payının artırılması, çalışma performansı veya satış
miktarının değerlendirilmesi, hedeflerin belirlenmesi vb. amaçlarla yapılan bayi
toplantılarının ve eğitimlerinin düzenlenmesi amacıyla katlanılan giderlerin
pazarlama ve satış gideri niteliğinde değerlendirilip, GVK’nın 40/1. maddesi
kapsamında safi kazancın tespitinde indirilecek gider olarak dikkate alınması
gerekmektedir.
Burada bayilerin
toplantı veya eğitim amacıyla bir araya getirilmesi işinin ne şekilde, hangi
koşullarda gerçekleştiği; yani bayiye sağlanan bir menfaat olup olmadığı,
katlanılan giderle yapılan iş arasında nedensellik bağı bulunup bulunmadığı
koşulları, katlanılan toplantı-gezi giderinin kanunen kabul edilebilir nitelikte
olup olmayacağının tespitinde göz önüne alınacaktır.
Bu türden toplantı
ve seminerler düzenlemek için bayilerin makul yerlerde bir araya getirilmesi ve
bunun için toplantı süresi boyunca bayilerin konaklama, ulaşım, yemek gibi
zorunlu ihtiyaçlarının karşılanma masrafları genel giderler arasında
değerlendirilip kurumlar vergisine tabi kazancın tespitinde gider olarak
indirilebilir. Aynı şekilde bu masraflar üzerinden hesaplanan KDV’de indirim
konusu yapılabilecektir.
Bunun tersine bazı
durumlarda firmaların bayileri toplantı veya seminer adı altında masrafları
yüksek ve bu işlemlerle bağdaşmayacak, turistik olduğu iddia edilebilecek
gezilere götürmeleri, bunun için uzun süreli ve lüks seyahat ve konaklama
masraflarına katlanmaları genel gider olarak sınıflandırılamaz. Bu türden
harcamaların bayie sağlanmış menfaat niteliğinde değerlendirilmesi ve bayilerin
de ilgili menfaat tutarı kadar ciro primi faturası düzenlemeleri
gerekmektedir.
Aşırıya kaçan bu
giderlerin kurum kazancının tespitinde gider olarak kaydedilemeyeceği ve bu
nedenle KDV Kanunu’nun 30. maddesi uyarınca indirim konusu yapılmayacağının da
gözönüne alınması gerekir.
26 Seri No.lu KDV
Genel Tebliği’nin (L/2). bölümünde yapılan açıklamalara göre, yıl sonlarında,
belli bir dönem sonucunda ya da belli bir ciro aşıldığında satış primi, hasılat
primi, ciro primi vb. adlarla yapılan ödemeler KDV’ye tabi olacaktır. Zira bu
tür bir ödeme (ıskonto) doğrudan satılan malla ilgili olmayıp, firmanın yaptığı
ek bir çalışmanın ya da bir çabanın sonucu olarak doğmaktadır.
Dolayısıyla yapılan
iş, ana firmaya karşı verilen bir hizmettir. Çünkü, ana firma ile satıcı firma
arasında düzenlenen sözleşmeye göre (yazılı veya sözlü), satıcı firma
sözleşmenin hükümlerine uygun olarak belli bir çabayı göstermiştir ki, (belli
bir hizmeti vermiştir) ek ödemeye hak kazanmıştır.
Bayilerin bu
şekilde elde ettikleri primler, ticari faaliyetlerinin bir sonucu olup, ticari
hasılatlarına dahil bulunmaktadır. Bu primleri sadece şahıslarıyla ilgili
görerek ticari işletmelerinin kayıtlarının dışında tutmaları ve hasılatlarına
dahil etmemeleri mümkün değildir. Burada, bayilerin verdikleri hizmetler KDV’ye
tabi olup, KDV’nin matrahını, elde edilen prim tutarını oluşturmaktadır.
Bayilerin satıcı firmaya prim tutarı üzerinden fatura düzenlemeleri ve KDV’yi bu
tutar üzerinden hesaplayarak faturada ayrıca göstermeleri gerekir. Satıcı
firmalar yönünden ise bu faturada gösterilen primler pazarlama ve satış gideri,
KDV ise indirilecek KDV niteliğindedir. Bu bakımdan satıcılar, faturada yer alan
prim tutarını gider olarak dikkate alacaklar KDV’yi indirimin konusu
yapabileceklerdir.
Belli bir ciroyu
aşan bayilerin gerek yurt içinde gerekse yurt dışına tatile gönderilmek
suretiyle ödüllendirilmesi işleminde de, yurt içinde ve dışında yapılan harcama
tutarı prim niteliğindedir. Bayilerin tatil ile ödüllendirilmeleri olayını
şahıslarıyla ilgili olarak değil, ticari faaliyetlerinin bir sonucu olarak
değerlendirmeleri ve yurt içinde ve dışında satıcı (ana) firmaların kendileri
(bayileri) adına yaptıkları harcamaların (otel, yol giderleri vb.) toplam
tutarını, elde ettikleri prim olarak değerlendirmeleri ve bu tutar üzerinden
satıcı firmalara fatura düzenlemeleri ve KDV hesaplayarak faturada ayrıca
göstermeleri gerekir. Satıcı firmaların ise bu şekilde ödedikleri prim tutarını
pazarlama satış gideri olarak dikkate almaları, KDV’yi ise indirimin konusu
yapmaları gerekmektedir.
F- BAYİ - YETKİLİ
SATICI PERSONELİNE SAĞLANAN ÖDÜLLER
Bayi çalışanlarına
verilen ödüllerin de kanaatimizce bayiinin kendisine sağlanan toplantı, seminer,
gezi, tatil, vb. menfaatlerle aynı kriterlere göre değerlendirilmesi gerekir.
Çünkü çalışanına verilen ödüller, ödülü alan kişinin bayi çalışanı olmasından
kaynaklanmaktadır. Onunla bayi arasındaki illiyet bağı koparılarak, şahsın tek
başına ödüle, prime hak kazandığı düşünülemez. Dolayısıyla bayi çalışanlarına
yönelik giderlerde bayi giderleri gibi düşünülmesi gerekir.
Ürün satışına
ilişkin bilgilendirme, eğitim, performans, hedef belirleme gibi amaçlarla
yapılan ve bayilerle çalışan personele yönelik olan seminer niteliğindeki
toplantılar GVK’nın 40/1. maddesi kapsamında indirilecek giderler arasında
değerlendirilebilir ve ana şirket tarafından pazarlama-satış gideri olarak
kaydedilebilir. Ancak, aşırılılık kriterinin burada da dikkate alınması
önemlidir.
Bayi personeline
belirli bir başarı karşılığında sağlanan gezi, tatil niteliğindeki (seminer,
eğitim dışı) menfaatlerin ise, aynı kanun maddesi çerçevesinde prim olarak
değerlendirilmesi gerekir. Buna göre, ilgili personele sağlanan menfaatin bayi
tarafından faturalanarak gelir kaydedilmesi ve kazancın türü itibariyle ücret
olarak nitelendirilip ilgili personelin bordrosuna eklenmesi ve
vergilendirilmesi en doğru yaklaşım olacaktır.
Aynı şekilde,
yetkili satıcı personeline yaptığı satış başarısı sonucu sağlanan altın, diz
üstü bilgisayar, çek gibi menfaatlerin de yetkili satıcı tarafından fatura
edilerek gelir kaydedilmesi ve ilgilinin ücretine eklenerek giderleştirilmesi
gerekmektedir.
Kişisel görüşümüz,
bayi çalışanlarının hak ettikleri bu ödüller bayi personeli olmalarından
kaynaklanmakta olup, ana şirketin asıl muhatabı bayi olmalıdır. Bayi olmasa
ödüle hak kazanan şahısların tek başına belirlenen performans kriterlerini
başaramayacağı düşünüldüğünde, bayi çalışanına verilmiş ödül aslında bayi
aracılığı ile bayi çalışanına verilmiş olarak nitelendirilmelisi gerekmekte
olup, bayi tarafından personeline sağlanan menfaat yani ücret olarak
değerlendirilmelidir. Aynı şekilde yukarıdaki kriterler dikkate alınarak
giderleştirilmelidir, ticari örf ve adete göre verilen küçük tutarlı giderler
ise, bu kapsamda sayılmamalıdır.
G- PERSONELE AİT
TAŞITIN İŞLETMELER TARAFINDAN KİRALANMASI KONUSUNUN GİDER BOYUTU
GVK’nın 40/5.
maddesi uyarınca, kiralama yoluyla edinilen veya işletmeye dahil olan ve işte
kullanılan taşıtların giderleri safi kazancın tespitinde gider olarak dikkate
alınabilmektedir. Bu maddenin incelenmesinden taşıt masraflarının gider olarak
dikkate alınabilmesi için taşıtın ya işletmenin aktifinde olması ya da kiralama
yoluyla edinilmiş olması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Ayrıca, ister
kiralama yoluyla edinilsin ister satın alınarak işletmede kullanılsın, söz
konusu taşıtın işte kullanılması gerektiği açıkça belirtilmektedir. Örneğin,
işletme sahibinin kendi özel ihtiyacı için alıp iş için kullanmadığı taşıtının
giderlerinin, işletme aktifine alınsa dahi kanunen kabul edilebilir bir gider
olamayacağı açıktır.
Bu çerçevede,
personelin kendi arabası ile yaptığı masrafların gider kaydedilebilmesi için
personelle işveren arasından bir kiralama sözleşmesinin yapılması gerektiği
sonucuna ulaşılmaktadır.
Personelin kendi
arabası ile yaptığı masrafları herhangi bir kiralama sözleşmesi yapmadan gider
kaydeden işletmeler bunu genelde GVK 40/1. maddesi çerçevesinde (ticari kazancın
elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderler olarak)
düşünmektedirler ve herhangi bir kiralama sözleşmesi yapmamaktadırlar. Ancak
GVK’nın 40/1. maddesi oldukça geniş bir madde olduğundan ve işte kullanılan
taşıtlarla ilgili giderleri düzenleyen daha spesifik bir madde bulunduğundan
taşıt giderlerinin GVK’nın 40/5. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi
gerekmektedir.
H- İNDİRİLEMEYEN
KATMA DEĞER VERGİSİNİN GİDER YAZILMASI
3065 sayılı Katma
Değer Vergisi Kanunu’nun 29. maddesinin 2. bendinde, “Bir vergilendirme
döneminde indirilecek Katma Değer Vergisi toplamı, mükellefin vergiye tabi
işlemleri dolayısıyla hesaplanan Katma Değer Vergisi toplamından fazla olduğu
takdirde aradaki sonraki dönemlere devrolunur ve iade edilmez.” hükmü yer
almaktadır. Aynı maddenin 3’üncü bendinde ise “İndirim hakkı vergiyi doğuran
olayın meydana geldiği takvim yılını aşmamak kaydıyla ilgili vesikaların kanuni
defterlere kaydedildiği vergilendirme döneminde kullanılır” denmektedir. Diğer
yandan aynı kanunun 58’inci maddesinde “Mükellefin hesaplanan Katma Değer
Vergisi ile mükellefçe indirilebilecek Katma Değer Vergisi, Gelir ve Kurumlar
Vergisi matrahlarının tespitinde gider olarak kabul edilmez”
denmektedir.
Bu hükümler dikkate
alındığında, binek otomobillere ödenen fakat indirilemeyen katma değer
vergisinin durumu ile kapanış esnasında mükellefin indiremediği katma değer
vergisinin durumunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
I- BİNEK
OTOMOBİLLERİN TESLİMİNDE ÖDENEN KDV’NİN DURUMU
Katma Değer Vergisi
Kanunu’nun 30. maddesi İndirilemeyecek Katma Değer Vergisini düzenlemiş ve binek
otomobillerin alımında ödenen Katma Değer Vergisinin indirim konusu
yapılamayacağı bu madde ile karşımıza çıkmaktadır.
Katma Değer Vergisi
Kanunu’nun 30. maddesinin (b) bendi aşağıdaki düzenlenmeyi
içermektedir.
“Faaliyetleri
kısmen veya tamamen binek otomobillerinin kiralanması veya çeşitli şekillerde
işletilmesi olanların bu amaçla kullandıkları hariç olmak üzere işletmelere ait
binek otomobillerinin alış vesikalarında gösterilen katma değer vergisi”
Madde hükmüne göre
tamamen veya kısmen ana faaliyet konusu binek otomobillerin işletilmesine
dayanan sürücü kursu, oto kiralama şirketleri vb. faaliyet konularında iştigal
eden mükelleflerin dışında kalan mükelleflerin aldığı binek otomobillerin
yüklendikleri katma değer vergisini indirim konusu yapamayacakları tabiidir.
Bu durumda,
indirilemeyen bu KDV’nin ne yapılacağı sorunu karşımıza çıkmaktadır. Binek
otomobilleri iktisap etmesiyle yüklenilen Katma Değer Vergisinin indirim konusu
yapamamaları durumunda, 23 Seri No.lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği
hükümlerine göre hareket edilmesi gerekmektedir.
Söz konusu tebliğe
göre; mükelleflerin işletme amacı dışında iktisap ettikleri binek
otomobillerinin alış vesikalarında gösterilen katma değer vergisinin indirimi
mümkün değildir. İndirim konusu yapılamayan bu vergi, Gelir ve Kurumlar Vergisi
Kanunları çerçevesinde işin mahiyetine göre gider veya maliyet unsuru olarak
dikkate alınabilecektir. Bu uygulama binek otomobili işletmeciliği ile uğraşan
mükelleflerin işletme amacı dışında satın aldıkları binek otomobilleri için de
geçerlidir.
İ- İŞİN TERK
EDİLMESİ DURUMUNDA MEVCUT OLAN DEVREDEN KDV’NİN GİDER BOYUTU
İşi terk eden
mükellefler, aktifindeki mevcutlarını terkten önce satış vb. yollarla tasfiye
ettikleri takdirde teslim bedeli üzerinden, mevcutlar tasfiye edilmişse,
işletmeden çekiş göstererek Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 3/a maddesi
hükümlerine göre, emsal bedel üzerinden vergiyi hesaplayıp beyan etmek
zorundadırlar.
Bu hesaplanan
vergiye rağmen indirilemeyen katma değer vergisi kalırsa indirim yoluyla
giderilemeyen bu vergilerin gelir ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde
gider veya maliyet unsuru olarak göz önüne alınması mümkün bulunmaktadır.
Örneğin, bir manav
işletmesi işini tasfiye ederken elindeki tüm mevcutlarını tasfiye etti ve bunun
sonucunda halen daha sonraki dönemlere devreden KDV olarak 1.500,00 TL gibi bir
tutar olduğunu varsayalım, bu tutar artık nihai vergi olarak kalacak ve bunun
indirimi söz konusu olamayacaktır. Bu bakımdan, bahsi geçen manav işletmesi
takip eden vergilendirme döneminde gelir veya kurumlar vergisi matrahının
tespitinde söz konusu KDV’yi direkt gider olarak dikkate alacak ve vergi
matrahından indirim yapabilecektir.
III-
SONUÇ
Vergi
uygulamalarında, gelir ve kurumlar vergisi matrahlarının tespitiyle ilgili
olarak birçok giderin indirilip indirilemeyeceği konusunda tartışmalı hususlar
bulunmaktadır. Bu tartışmalı konulardan bazıları yukarıda açıklanmaya çalışılmış
olup, ancak daha birçok giderin indirime konu edilmesi noktasında ciddi
tereddütler bulunduğu gözlenmektedir. Mükelleflerin bu konularda dikkatli
olmaları yerinde olacaktır.
ŞibliGÜNEŞ*
E- Yaklaşım
(*) Vergi Denetim Kurulu Grup
Başkanı
[1] 07.12.2004 tarih ve
B.07.0.GEL.0.55/5529-718/58214 sayılı Özelge’de, başkası adına kayıtlı fatura
bedellerinin KDV’nin indirim konusu yapılabileceği belirtilmiştir.
[2] Şibli GÜNEŞ, “Temel Vergi
Rehberi ve Revizyon” (2011), İstanbul: Süryay Sürekli Yayınlar
A.Ş.
[3] Maliye Bakanlığı’nın,
14.12.1994 tarih ve 73/113-1628/81987 sayılı Özelgesi.
[4] İstanbul Defterdarlığı’nın,
16.09.1996 tarih ve GVK/40-1-4842-8493 sayılı Özelgesi.
[5] Maliye Bakanlığı’nın,
14.06.2001 tarih ve 32996 sayılı Özelgesi.
[6] Dn. 3. D.’nin, 05.04.1995
tarih ve E. 1994/2892, K. 1995/1147 sayılı Kararı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder