31 Aralık 2012 Pazartesi


2013 Yılında Uygulanacak Asgari Ücret ve Sigorta Primine Esas Kazanç (SSK Primine Esas Tavan ve Taban Ücret) ile Asgari Geçim İndirimi Tutarları.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu 2013 yılında uygulanacak olan asgari ücret tutarlarını belirledi.
A- 01.01.2013 – 30.06.2013 döneminde uygulanacak brüt asgari ücret tutarları
Asgari ÜcretBrüt Günlük TLBrüt Aylık TL
Onaltı yaşını doldurmuş işçiler için32,62978,6
Onaltı yaşını doldurmamış işçiler için27,97839,1
B- 01.07.2013 – 31.12.2013 döneminde uygulanacak brüt asgari ücret tutarları
Asgari ÜcretBrüt Günlük TLBrüt Aylık TL
Onaltı yaşını doldurmuş işçiler için34,051021,5
Onaltı yaşını doldurmamış işçiler için29,25877,5
C- Sigorta Primine Esas Aylık Kazancın Alt ve Üst Sınırı (SSK Primine Esas Tavan ve Taban Ücret)
5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 82. maddesine göre, bu kanun gereğince alınacak primlerin hesabına esas tutulan günlük kazancın alt sınırı, asgari ücretin otuzda biri, üst sınırı ise bu tutarın 6,5 katıdır. Buna göre 2013 yılınınbirinci ve ikinci yarısı için aylık tavan ve taban tutarları aşağıdaki gibi olmaktadır.
Uygulanacak DönemiSSK Taban Ücreti TL (Aylık kazancın alt sınırı)SSK Tavan Ücreti TL (Aylık kazancın üst sınırı)
01.01.2013 – 30.06.2013978,66.360,90
01.07.2013 – 31.12.20131021,56.639,90
D- 2013 Yılı Başından İtibaren Uygulanacak "Asgari Geçim İndirimi" İle İlgili Olarak İndirim Konusu Yapılacak Tutarın Hesabında Baz Alınacak Tutar
Ay Asgari Ücret Asgari Ücretin Yıllık Tutarı
12 X 978,60 = 11.743.20 .- TL. olmaktadır.
Asgari geçim indirimi tutarları hesaplanması için ücretlilerin medeni durumuna göre tespit edilen oranlar yukarıdaki meblağa uygulanır. Bulunan tutarın %15 vergisi hesaplanarak çıkan verginin 1/12’ si her ay ücretlinin ödenecek vergisinden mahsup edilir. (Mahsup edilecek tutar hesaplanan vergiden fazla ise fazlasıdikkate alınmaz.)
Bu hesaplamalar için mutlaka ücretlilerden “AİLE DURUMU BİLDİRİMİNİN” imzalıolarak alınması gerekmektedir.
Yukarıdaki tutara göre ücretlilerin hak kazanacağı aylık indirim tutarları aşağıdaki tabloda belirlenmiştir.
Çalışanın Medeni Durumuİndirim Oranı (%)2013 yılı aylık indirim tutarı (TL)
Bekar5073,4
Evli,eşi çalışmıyor6088,07
Evli, eşi çalışmıyor, 1 çocuklu67,599,08
Evli, eşi çalışmıyor, 2 çocuklu75110,09
Evli, eşi çalışmıyor, 3 çocuklu80117,43
Evli, eşi çalışmıyor, 4 çocuklu85124,77
Evli, eşi çalışıyor5073,4
Evli, eşi çalışyor, 1 çocuklu57,584,4
Evli, eşi çalışıyor, 2 çocuklu6595,41
Evli, eşi çalışıyor, 3 çocuklu70102,75
Evli, eşi çalışıyor, 4 çocuklu75110,09
Boşanmış5073,4
Boşanmış, 1 çocuklu57,584,4
Boşanmış, 2 çocuklu6595,41
Boşanmış, 3 çocuklu70102,75
Not: Bu hesaplamalarda Gelir Vergisi Kanunun 103. maddesinin ilk dilimindeki %15 vergi oranı esas alınmıştır.






30 Aralık 2012 Pazar

Mal ve Hizmet Tedarikinde Alacaklıya Yapılan Geç Ödemelere İlişkin Temerrüt Faiz Oranının Belirlenmesi Hakkında Tebliğ Yayımlandı.
29 Aralık 2012 tarihli ve 28512 sayılı Resmi Gazete'de Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından "Mal ve Hizmet Tedarikinde Alacaklıya Yapılan Geç Ödemelere İlişkin Temerrüt Faiz Oranının Belirlenmesi Hakkında Tebliğ" yayımlandı.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 1530'uncu maddesinde, tedarikçilere yönelik yapılan geç ödemelerin önüne geçmeyi amaçlayan bir düzenleme olduğu bilinmektedir.
Buna göre mezkûr maddenin;
a) 5'inci fıkrasında, alacaklının KOBİ, borçlunun büyük ölçekli işletme sıfatını taşıdığı hallerde ödeme süresinin 60 günü aşamayacağı,
b) 6'ncı fıkrasında, tarafların kendi aralarında gecikme faizi ödenmeyeceğini veya ağır derecede haksız sayılabilecek kadar az faiz ödeneceğini, alacaklının geç ödeme dolayısıyla uğrayacağı zarardan borçlunun sorumlu olmayacağını veya sınırlı bir şekilde sorumlu tutulabileceğini öngören sözleşme hükümlerinin geçersiz olduğu,
c) 7'nci fıkrasında, alacaklıya yapılan geç ödemelere ilişkin temerrüt faiz oranının sözleşmede öngörülmediği veya ilgili hükümlerin geçersiz olduğu hallerde uygulanacak faiz oranının ve alacağın tahsili masrafları için talep edilebilecek asgari giderim tutarının Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından her yıl Ocak ayında ilan edileceği; ayrıca faiz oranının, 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanunda öngörülen ticari işlere uygulanacak gecikme faizi oranından en az yüzde sekiz fazla olması gerektiği,
d) 8'nci fıkrasında, alacaklının küçük veya orta ölçekli işletme veya tarımsal veya hayvansal üretici olup borçlunun büyük ölçekli işletme olduğu hallerde taksitle ödemeyi öngören sözleşme hükümlerinin geçersiz olduğu,
belirtilmiştir.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bu Tebliğ ile, yukarıda yer verilen Türk Ticaret Kanunu'nun 1530'uncu maddesinin yedinci fıkrası uyarınca, mal ve hizmet tedarikinde alacaklıya yapılan geç ödemelere ilişkin temerrüt faiz oranının sözleşmede öngörülmediği veya ilgili hükümlerin geçersiz olduğu hallerde uygulanacak faiz oranını yıllık yüzde 15, alacağın tahsili masrafları için talep edilebilecek asgari giderim tutarını 95,00 Türk Lirası olarak tespit etmiştir.
Belirlenen bu oran ve tutar 1/1/2013 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir.

27 Aralık 2012 Perşembe

Denetçi Olabilmenin Şartları
Bağımsız Denetim Yönetmeliği nihayet yayımlandı.
Yönetmeliğin 15'inci maddesi denetçilerin yetkilendirilmesini düzenlemektedir. Bunlardan en dikkat çekici olan iki şarttan biri “uygulamalı mesleki eğitimi tamamlamış olmak (Md. 15)”, diğeri ise, “denetçilik sınavında başarılı olmak (Md. 16)”tır.
En az 15 yıl mesleki tecrübeye sahip olanlarda uygulamalı mesleki eğitim şartının aranmayacağı Yönetmelikte belirtilmiştir. (Md. 15/2) 15 yıllık süreden kastın ne olduğu ise Yönetmelikle açıklığa kavuşturulmuştur. Buna göre, bu Yönetmelik uygulamasında mesleki tecrübe bağımsız denetimde fiilen geçirilen süredir. Ancak, 3568 sayılı Kanun kapsamındaki mesleki faaliyetlerde veya aynı Kanun uyarınca staj ve stajdan sayılan hizmetlerde bulunulan süreler de bu sürenin hesabında dikkate alınır. Dört yılı aşmamak üzere 14 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen alanlardaki lisans ve lisansüstü eğitim süreleri bu süreye ilave edilir. Bu sürenin hesabında yukarıda belirtilen faaliyetlere başlama tarihi esas alınır ve kamu kurum ve kuruluşlarında geçirilen süreler hariç olmak üzere, bir yıldan fazla süreyle bu faaliyetlere ara verilmesi durumunda ara verilen süreler dikkate alınmaz.
Denetçilik sınavı ise 16'ncı maddede düzenlenmiş olup, denetçilik sınavının konuları; “muhasebe, muhasebe standartları, kurumsal yönetim ilkeleri ve finansal yönetim, denetim, genel hukuk mevzuatı, sermaye piyasası, bankacılık, sigortacılık ve özel emeklilik mevzuatı”ndan oluşmaktadır. Hemen belirtelim ki, SMMM'ler bu konulardan “muhasebe ve genel hukuk mevzuatı”ndan sınava tabi tutulmayacaktır. Burada 15 yıllık tecrübe şartı da aranmamaktadır. YMM'ler ise, “ muhasebe, genel hukuk mevzuatı ve kurumsal yönetim ilkeleri ve finansal yönetim” konularından sınava tabi tutulmayacaktır.
Ayrıca, sermaye piyasası, bankacılık, sigortacılık ve özel emeklilik alanlarında denetim faaliyetinde bulunmayacak olanlar bu konulardan da sınava tabi tutulmayacaktır. Budurumda; sermaye piyasası, bankacılık, sigortacılık ve özel emeklilik alanlarında denetim faaliyetinde bulunmayacak olan SMMM'ler sadece; “muhasebe standartları, kurumsal yönetim ilkeleri ve finansal yönetim, denetim” konularında sınava girecektir. YMM'ler ise; “muhasebe standartları ile denetim” konularında sınava girecektir.
Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yapılan sınavlar geçerli olacak mıdır?
Bu sorunun cevabı evettir, 31.12.2012 tarihine kadar lisans belgesi almaya hak kazananlar için, sigortacılık ve özel emeklilik mevzuatına ilişkin sınav konuları hariç olmak üzere ve 31.12.2014 tarihine kadar müracat etmeleri halinde sınav şartı aranmayacaktır. Sigortacılık ve özel emeklilik alanlarında da denetim yapabilmek için ise 3/6/2007 tarihli ve 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu ve ilgili mevzuatı uyarınca bu alanda bağımsız denetim yapmak için aranan şartların sağlanmış olması veya Kurumca bu alana ilişkin olarak yapılacak sınavda başarılı olunması ya da Kurumca düzenlenecek eğitimin tamamlamış olması şarttır.
Sorumlu ortak denetçi olabilmenin şartları nelerdir?
Buna ilişkin düzenlemeye Yönetmeliğin 28'inci maddesinde yer verilmiştir. Kamu Yararını İlgilendiren Kuruluşlar (KAYİK)’ler nezdinde yapılacak denetimler için 15 yıllık mesleki tecrübeye sahip olunması ve bu sürenin en az iki yılında fiilen denetçi, kıdemli denetçi veya başdenetçi unvanı ile mevzuatta denetim öngörülen alanlarda denetimlerde bulunmuş olması şarttır. Diğer denetimler için ise, 10 yıllık mesleki tecrübeye sahip olması ve bu sürenin en az bir yılında fiilen denetçi, kıdemli denetçi veya başdenetçi unvanı ile denetimlerde bulunmuş olması gerekmektedir.
Yukarıda da vurguladığımız yazımızda ele aldığımız üzere 2 ve 1 yıllık süre şartı denetim şirketi kurmayı kısıtlamakta ve mevcut denetim şirketlerine avantaj sağlamaktadır. 2 yıllık süre şartı korunmaktadır ancak 1 yıllık süre şartı Geçici 1/4-ç Maddesi ile YMM olmaya hak kazananlar ile SMMM olmaya hak kazanan 15 yıllık mesleki tecrübeye sahip olanlar için 31.12.2015 tarihine kadar aranmayacaktır. Yani, denetçi olmanın tüm şartlarını sağlayan YMM'ler ile 15 yıllık tecrübeye sahip SMMM'ler KAYİK denetimini 2 yıl boyunca yapamayacaklar ancak diğer firmaların denetimini yapabileceklerdir.
Yönetmeliğin Geçici 1'inci madde düzenlemesi uyarınca, bu Yönetmeliğin yayımı tarihi olan 26.12.2012 itibarıyla, YMM olmaya hak kazananlar ile SMMM olmaya hak kazanan 15 yıllık mesleki tecrübeye sahip olanlar, 31/12/2014 tarihine kadar ruhsatları ile başvurmaları halinde;
a) Bağımsız denetçi olmak için 14'üncü madde uyarınca aranan sınav hariç diğer şartları haiz olmak ve 16'ncı maddede belirtilen sınav konuları itibarıyla Kurum tarafından öngörülen eğitim programlarını başarıyla tamamlamak kaydıyla, başarılı olunan konulardan 14'üncü maddede belirtilen sınav şartını sağlamış olurlar.
b) 3568 sayılı Kanun uyarınca hizmetleri stajdan sayılan ve bu Yönetmeliğin yayımı tarihi itibarıyla 15 yıllık mesleki tecrübeye sahip olanlar, 31/12/2014 tarihine kadar meslek mensubu olmaları halinde bu fıkra kapsamında değerlendirilir.
c) YMM'ler ile 15 yıllık tecrübeye sahip olan SMMM'ler 16'ncı maddede belirtilen sınav konularının bir kısmı veya tamamı için (a) bendinde belirtilen eğitim programına katılmak yerine Kurumca yapılacak sınavlara da girebilirler. Başarılı olunan sınav konularından ayrıca eğitime tabi tutulmazlar.
ç) Bu fıkra kapsamına giren meslek mensuplarından 15'inci madde ile 31/12/2015 tarihine kadar 28'inci maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde öngörülen şartlar aranmaz.
d) (a) bendi uyarınca yapılacak eğitim, 16'ncı maddenin dördüncü fıkrasında meslek mensupları itibarıyla belirtilen sınav konularından yapılır. Bu eğitim kamu kurumları veya üniversitelerle işbirliği halinde de yürütülebilir.
Sonuç olarak, YMM olmaya hak kazananlar (kanaatimce YMM olmaya hak kazanan ancak YMM'lik yapmayanlar da bu kapsama girmektedir) ile SMMM olmaya hak kazanan 15 yıllık mesleki tecrübeye sahip olanlar bakımından özet yapacak olur isek, bağımsız denetçi olabilmek için;
- 15'inci maddede yer alan “uygulamalı mesleki eğitim” şartı aranmayacaktır.
- 16'ncı maddede yer alan sınav şartı aranmaktadır. Ancak, 31.12.2014 tarihine kadar sınava girmek yerine, kurum tarafından öngörülen eğitim programlarını başarıyla tamamlamaları yeterli olacaktır. Dilemeleri durumunda ise, eğitim yerine Kurumca yapılacak sınavlara da girebileceklerdir. 31.12.2012 tarihi itibariyle lisans belgesi almaya hak kazananlar için ise sınav şartı aranmayacaktır.
- 28'inci maddede yer alan 1 ve 2 yıllık süre şartlarından, 2 yıllık süre şartı korunmaktadır ancak 1 yıllık süre şartı Geçici 1/4-ç Maddesi ile YMM olmaya hak kazananlar ile SMMM olmaya hak kazanan 15 yıllık mesleki tecrübeye sahip olanlar için 31.12.2015 tarihine kadar aranmayacaktır. Dolayısıyla, yukarıdada vurguladığım üzere, denetçi olmanın tüm şartlarını sağlayan YMM'ler ile 15 yıllık tecrübeye sahip SMMM'ler KAYİK denetimini 2 yıl boyunca yapamayacaklar ancak diğer firmaların denetimini yapabileceklerdir.
YMM olmaya hak kazananlar ile SMMM olmaya hak kazanan 15 yıllık mesleki tecrübeye sahip olanlar bakımından, Yönetmelik ile Talakta yer alan düzenlemelerden 1 ve 2 yıllık süre şartlarından 1 yıllık süre şartı 31.12.2015 tarihine kadar kaldırılmış, ancak 2 yıllık süre şartı muhafaza edilmiştir. 1 yıllık süre şartının kaldırılmış olması olumludur, ancak kanaatimce 2 yıllık süre şartı da, en azından geçiş aşamasında kaldırılmalı idi. 15 yıllık tecrübeye sahip olmayan meslek mensupları için denetçi olabilmenin koşulları ise ayrı bir yazımızın konusunu oluşturacaktır.

20 Aralık 2012 Perşembe

 
Kar Artıran Yeni Fiyat Modeli
Fiyat belirlemede en klasik yöntem, maliyetin üzerine bir marj koymaktır. Rakibe göre fiyat belirleme yöntemi de yıllarca kullanıldı. Ancak, artık rekabetin yapısı değişiyor, kar etmek zorlaşıyor. Dünyanın önde gelen danışmanlık şirketlerinden Simon-Kucher&Partners’ın başkanı Hermann Simon, eski yöntemleri izleyenlerin büyük paralar kaybedebileceklerine dikkat çekiyor. Bu konuda kitapları olan, çok sayıda şirkete danışmanlık yapan Simon, “Fiyatı doğru belirleyebilmenin tek yolu, ürünün tüketici için ifade ettiği değeri anlayabilmektir. Eğer bu değeri anlayamazsanız sadece tahmin yürütmek zorunda kalırsınız” diyor.
Fiyat, geleneksel yöntemlere göre aslında son derece basit bir şekilde belirleniyor. Ürünün maliyeti alınıyor, üzerine belirli bir marj ekleniyor ya da rakiplerin fiyatlarına bakılıyor ve fiyat buna göre oluşturuluyor Prof. Dr. Hermann Simon’a göre ise bu iki yöntemin de avantajından çok dezavantajı var. “Çünkü burada altı çizilen varsayım maliyet fiyatı belirler ya da maliyet ödeme isteğini belirler. Bu da yanlıştır. Çünkü tüketicinin o fiyatı ödemeye istekli olması algılanan değerle ilgilidir ve bu şekilde belirlenir” diyerek bu görüşünü açıklığa kavuşturan Simon, yöneticileri bu konuda dikkatli olmaları yönünde uyarıyor.
Simon’a göre bir şirketin fiyat stratejisi geliştirmeye başlamadan önce kendisini nereye konumlamak istediğini bilmesi gerekiyor. Ardından da o ürün için doğru olan değeri belirlemek geliyor. İyi bir fiyat oluşturabilmenin son bileşeni ise müşterinin bakış açısından değerin ne olduğunu görmek. Simon, “Bu gerekli olan bir şeydir. Eğer bu değeri anlayamazsanız sadece tahmin yürütmek zorunda kalırsınız” yorumunu yapıyor.
Simon, tüketicilerin fiyat belirleme sürecinin merkezinde yer almaları gerektiğinin altını çiziyor. Fiyatı doğru belirleyebilmenin tek yolunun ürünün tüketici için ifade ettiği değeri anlayabilmek olduğunu söylüyor. Örnek olarak da lüks bir otomobil olan Porche’yi veriyor. Geçtiğimiz yıllarda gerçekleştirdikleri araştırmalarda son derece yüksek fiyatlara rağmen Porche’nin beklenenden daha fazla satış yaptığını gördüklerini belirtiyor ve ekliyor, “Bu, insanların kalite, lüks ve statü sembolü olan bir şey için ödeme yapmaya istekli olduklarını gösteriyor.”
GELENEKSEL FİYAT STRATEJİLERİ
Günümüzde en popüler fiyatlama yöntemi, maliyet artı fiyatlamadır. Burada basit olarak maliyetlere bir marj eklenir. İkinci önemli yöntem ise rekabete bağlı fiyatlamadır. Fiyatlar rakiplerin fiyatlarına göre belirlenir.
Her iki yöntem de birçok dezavantaja sahiptir. Çünkü, burada altı çizilen varsayım maliyet fiyatı belirler ya da maliyet ödeme isteğini belirler. Bu da yanlıştır. Çünkü, tüketicinin o fiyatı ödemeye istekli olması, algılanan değerle ilgilidir ve bu şekilde belirlenir. Maliyetler vardır ve siz de bir marj eklersiniz. Burada marj kazandığınızı düşünürsünüz ama fiyatın piyasa tarafından kabul edilip edilmediği ve olası bir marjı feda edip etmediğiniz belirgin değildir.

YENİ DÖNEMİN GERÇEĞİ NEDİR?
Doğru olan, değeri ve buna göre fiyatı son derece iyi anlamaktır. Elbette ki bir şirketin ne istediğini bilmesi gerekir. İstediği pozisyon düşük fiyatlı mı yoksa yüksek fiyatlı mı? Stratejik karar, tek başına bir ürünle ilgili bir karar alınmadan önce verilmelidir.
Fiyatın gerçekten ürünün değerini yansıtıp yansıtmadığını anlamanın tek yolu gerçek değeri anlamaktır. İyi bir fiyat oluşturabilmek için, müşterinin bakış açısından değerin ne olduğunu görmemiz gerekir. Bu gerekli olan bir şeydir. Eğer bu değeri anlayamazsanız, sadece tahmin yürütmek zorunda kalırsınız.
İşler kötü gittiğinde genellikle fiyatlar düşürülür. Bu en hatalı tepkilerden biridir. Satış hacmine yardımcı olmayabilir ama marjı keser ve böylelikle de şirket için daha ileri sorunlara neden olabilir. Burada öncelikli gereklilik sorunu anlamaktır. Yanıt, değeri ve bunun yanında fiyatı artırmak olabilir. Fiyat indirimleri tehlikeli olabilir.
TÜKETİCİ MERKEZDE YER ALMALI
Fiyatın tüketiciler üzerinde çok sayıda etkisi vardır. Öncelikle fiyat, tüketicinin o ürünü almak için yapmak zorunda olduğu fedakarlıktır. Ama fiyat genellikle kaliteye de işaret eder. Bu anlamda, yüksek fiyat, yüksek kalite anlamına gelir. Son olarak, fiyat son derece önemli bir statü sembolü olabilir. Buna örnek olarak lüks otomobilleri verebiliriz.
Artık, tüketiciler fiyat belirleme sürecinin merkezinde yer almalılardır. Fiyatı doğru belirleyebilmenin tek yolu, ürünün tüketici için ifade ettiği değeri anlayabilmektir.
Burada lüks bir otomobil olan Porche’yi örnek verebilirim. Biz geçtiğimiz yıllarda birkaç araştırma yaptık. Son derece yüksek fiyatlara rağmen beklediklerinden daha fazla satış yaptıklarını gördük. Bu kalite, lüks ve statü sembolü olan bir şey için insanların ödeme yapmaya istekli olduklarını gösteriyor.
Bir örnek de düşük fiyatlı taraftan verebilirim. Örneğin, ucuz bilet satan havayolları şirketleri çok başarılı. Çünkü, sadece temel ürünleri olan hava taşımasını sunuyorlar. A noktasından B noktasına taşımayı son derece düşük fiyatlara yapıyorlar. Bir uçuşta yer alan diğer tüm lüks hizmetleri çıkarıyorlar.
3 KRİTİK UNSURA DİKKAT!
Fiyatlamada göz önünde bulundurulması gereken 3 unsur var; Ürünün tüketici için değeri, maliyet ve rekabettir. Bunların hepsi de önemlidir ve ihmal edilmemelidir. İhmal edildiklerinde büyük olasılıkla başarısızlık gelecektir.
Eğer maliyetlerinizi anlamazsanız, fiyatınız size yeterli marjı vermez. Başınız derde girer. Eğer rekabet ortamında, fiyatınızı diğer rakiplerin çok üzerinde belirlerseniz pazar payınız çok küçük kalmaya devam eder ya da düşer.
Eğer ürününüzün tüketici için olan değerinin çok üzerinde bir fiyat belirlerseniz, müşterileriniz o ürünü satın almazlar. Ürünün fiyatını değerinin çok altında belirlerseniz de yüksek satış rakamlarına ulaşabilir ve rakiplerinizden pazar payı alabilirsiniz. Ancak onlar da buna hemen karşılık verirler ve bir fiyat savaşı başlayabilir. Fiyat savaşı da felaketlere yol açabilir. Tüm bu nedenlerden dolayı her üç öğe de iyi dengelenmiş bir şekilde kullanılmalı ve iyi gözlenmelidir.
DOĞRU FİYAT NE KAZANDIRIR?
Fiyatın gelir, kârlılık ve büyüme üzerinde oldukça güçlü bir etkisi var. Perakende sektöründe Wal-Mart, Aldi ve Ikea gibi şirketler tüm stratejilerini düşük ve agresif fiyat politikaları üzerine kurdu. Bu sayede de güçlü bir büyüme yakaladılar.
Öte yandan yüksek fiyat politikalarıyla son derece başarılı olan başka şirketler de görüyoruz. Otomobil pazarından Mercedes, BMW ve Audi örnek olarak verilebilir. Havayollarında ise Lufthansa yüksek, Ryanair ise düşük fiyat uygulamalarıyla başarı ve büyüme yakalamışlardır.
Bunun yanı sıra, fiyat cephesinde düşen çok sayıda şirket var. Küçük marketler son derece agresif dağıtım kanalları olan marketlere göre çok pahalı kalıyorlar. Düşük fiyatlı havayolları başarısız oldular. Çünkü, düşük fiyatlarını destekleyecek maliyet tabanlarına sahip değillerdi. Japon şirketlerinin çoğu kârlı değil. Çünkü, kendi topraklarında yüksek maliyetleri var ama agresif fiyatlarla satış yapmaya çalışıyorlar. Bu nedenle de marjlar küçülüyor. Dijital kamera üreticileri ileri teknoloji gerektiren cihazları çok düşük fiyatlarla satarak hata yapıyorlar. Bu kabul edilebilir bir kâr marjını da engelliyor.
HER TÜKETİCİYE FARKLI STRATEJİSİ
Tüketiciler farklıdır. Bu nedenle fiyatlar da farklı olmak zorundadır. Pazar segmentasyonu ve fiyat farklılaştırması karmaşık fiyat stratejilerinin merkezindedir. Eğer satın alma gücü, para ödeme isteği ve tüketicilerin yaptıkları değerlendirmeler farklıysa buna bağlı olarak fiyatlar da farklılık göstermelidir. Bu, para ödeme isteğindeki farklılıkları yansıtmada son derece önemli bir yöntemdir. Hemen hemen tüm piyasalarda geçerliliği vardır.
Eğer bir şirketin maliyet avantajı ve diğerleriyle karşılaştırılabilir bir ürün kalitesi varsa, benzer ancak daha düşük fiyatlı ürünler piyasaya sürülebilir. Ancak, genellikle maliyet avantajı sürdürülebilir değildir ve bir süre sonra bu strateji başarısız olur. Çok ucuz ürünlerin başarılı olmaları için karşılamaları gereken iki şey var. İlki kabul edilebilir bir kaliteye sahip olmaları, ikincisi ise üretim maliyetlerinin çok düşük olması şartı.
FİYATI NE ZAMAN YÜKSELTMELİ?
Yöneticiler, fiyat seviyesinin doğru olup olmadığını anlamak için, ürünlerinin değerini anlamak zorundalar. Sadece bu şekilde fiyatlarının doğru olup olmadığını anlayabilirler. Bu soruyu yanıtlayabilmenin kaynağı da müşterinin algıladığı değeri daha iyi anlayabilmektir. Fiyatlama daha çok bununla ilgili bir şeydir.
Fiyat artırımı sırasında iletişime ağırlık verilmeli, kalite, iyi hizmet ve marka vurgulanmalıdır. Bunun yanında onların da izleyebilmesi için rakiplere fiyat artışı gerçekleştirileceğinin işaretleri verilmelidir. Rakipler şirketi izlemezlerse o zaman şirket fiyatlarını yükseltemeyebilir. Çünkü, o zaman pazar payı kaybedebilirler. Bu nedenle de önceden fiyat artışını duyurmalı ve rakiplerin izleyip izlemeyeceğini görmeleri gerekir. Eğer rakiplerden fiyat artıracaklarına dair işaret gelmezse o zaman o şirket de fiyat artırmaktan vazgeçebilir.
Fiyat ve kalite arasında oldukça güçlü bir ilişki vardır. Çünkü daha yüksek kalite neredeyse her zaman daha yüksek maliyetlerle ilişkilendirilir. Bu nedenle elbette, şirketin çok düşük maliyetle üretim yapması nedeniyle yüksek kaliteli ama düşük fiyatlı ürünler sunabildiği istisnai durumlar vardır. Ama bu durum çok rastlanan bir şey değildir.
FİYATLAMADA ÜLKE FAKTÖRÜ
Fiyat belirleme stratejileri ülkeden ülkeye de değişebilir. Gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasında da farklılık gösterebilir. Gelişmekte olan ekonomiler gelişmiş ülke pazarlarına düşük ve agresif fiyat stratejileriyle girmek zorundalar. Ama zaman içinde bu stratejileri bırakarak kendi trendlerini yaratmaları gerekir. Çin bunun tamamen farkında. Bazı Türk şirketleri de bunu yapma hazırlığındalar. Aslına bakacak olursak Japon şirketleri bu strateji ile başarılı olamadılar. Çok güçlü markalara sahip bazı Japon şirketler var. Müşteriler bu markalara yüksek fiyat ödemeye istekliler. İyi bilinen Japon markaları bile buna rağmen hala düşük fiyatla satış yapmaya çalışıyorlar. Dijital kameraların promosyonları piyasaya çıktıkları ilk günden itibaren büyük indirimlerle yapılıyor.
SEKTÖRE ÖZEL UYGULAMALAR
İLAÇ SEKTÖRÜ: Endüstrilere göre değerlendirildiğinde fiyat belirlemenin temel kuralları aslında aynı. Ancak, fiyatın bu endüstrilerdeki belirgin rolü oldukça farklı. Örneğin, ilaç sektörü fiyatta esnek değildir.
PETROL: Ancak, petrol gibi emtialar ise bu anlamda son derece esnektir. Fiyat yetkinlikleri endüstriler arasında güçlü farklılıklar gösterir. İlaç endüstrisi, en karmaşık fiyat koyucudur.
TELEKOM VE OTOMOTİV: Telekomünikasyon ve otomotiv şirketleri de fiyat stratejileri konusunda iyidir.
HIZLI TÜKETİM: Hızlı tüketim malları genellikle fiyat savaşları ile ilişkilendirilir. Bu da aslında ters etki yapar.
BEYAZ VE ELEKTRONİK EŞYA: Beyaz eşya gibi rekabetin yoğun ve sert olduğu sektörlerde fiyatlar gerileme eğilimindedir. Şirketler maliyetleri keserler ve marjlar çok düşük kalır. Bu nedenle bu sektörlerde kâr elde etmek çok zordur. Rekabetin yoğun olmadığı sektörlerde ise kâr elde etmek daha kolaydır.
BİLİŞİM VE YAZILIM: Şirketler rekabetin yoğun olduğu sektörlerde varolan maliyet baskısını yaşamazlar. Ama bu durumdan yararlanmak isteyen yeni rakipleri pazara çekebilirler. Bu nedenle yeni rakiplerin pazara girmemesi için dikkatli olmaları gerekir. Fiyatları çok yüksek olmamalıdır çünkü o zaman yeni rakipler pazara gelebilir.
Örneğin yazılım piyasasında fiyatlar da kârlar da yüksektir. Microsoft ve SAP’nin pazarlarına yeni rakiplerin girmesi çok kolay değil. Bu nedenle bu şirketler fiyatlarını yüksek tutabiliyorlar.
İŞLER KÖTÜ GİDİNCE, FİYAT DÜŞÜRÜLMELİ Mİ?
Rekabetçi baskıya bağlı olarak fiyat düşürmeyi reddedemeyeceğiniz durumlar vardır. Eğer mümkünse, fiyat savaşının bu en kötü şeklinden kaçınmak gerekir. Piyasadaki bir şirket fiyat savaşı başlatabilir ama böyle durumlarda genellikle fiyatları tekrar yükseltmek son derece zordur.
Bu şirketlere fiyat düşürmek yerine ürünlerini geliştirmelerini, satışa yönelik çalışmalarını artırmalarını ve daha iyi reklam yapmalarını öneririm. Bunun yanında tüm diğer pazarlama enstrümanlarını da kullanırlarsa satışlardaki gerileme durabilir. Fiyatla oynamak en son şey olmalıdır. Hatta o zaman bile, eğer maliyetleri düşürmezseniz daha fazla satış yapar ancak yine de para kazanamazsınız. Örneğin fiyatın 100 maliyetin ise 80 olduğunu düşünelim. Burada marjınız 20’dir. Şimdi fiyatınızı yüzde 10 indirdiğinizde marjınızı da yarı yarıya düşürmüş olursunuz. Bu nedenle marjı korumak için iki katı satış yapmanız gerekir.
FİYAT STRATEJİSİNİ YENİLEYECEK ŞİRKETLERE ÖNERİLER
Bir şirket fiyat stratejisi geliştirmeye başlamadan önce kendisini nereye konumlamak istediğini bilmelidir. Lüks bir pozisyonda mı olacak, düşük maliyetli bir üretici mi olmak istiyor, düşük fiyatlı ürünler sunarak yine de para kazanabilir mi, rekabet avantajı nedir gibi soruları yanıtlamalıdır. Tüm bunlar iyi bir fiyat stratejisinin temelleridir.
Konumlama çok önemlidir çünkü stratejik bir karardır. Fiyat ve hatta ürün tasarımından bile önce gelir. Yalnızca pazarda nerede olmak istediğinizi bildiğiniz zaman taktiksel kararları da doğru verebilirsiniz. Örneğin, eğer bir bankaysanız zengin müşterilere mi yoksa orta ya da alt gelir grubu müşterilere mi hitap etmek istediğinize karar vermeniz gerekir. Ancak bundan sonra, müşteri grubunuza göre ürün ve hizmet tasarlayıp sunabilirsiniz.
Eğer bir şirket THY ya da Lufthansa gibi klasik bir havayolu şirketiyse ve pazarın en alt seviyesinde rekabet etmek isterse başarısız olur. Çünkü tüm yapısı, sistemi, süreçleri daha üst segmentlerin ihtiyaçlarına göre oluşturulmuştur.
FİYAT NASIL BELİRLENİR?
DEĞER FİYATA YANSITILMIYOR
En sık yapılan hataların başında ürünün tüketici için sahip olduğu değerin fiyata yansıtılmaması oluyor. Öte yandan tüketicinin ödeme isteği tamamen elde ettiği değer tarafından belirleniyor.
UZMANLARA SORULMALI
Tüketicinin fiyatı ödemeye istekli olup olmadığını anlamanın yöntemlerinden biri bir uzmanın vereceği karardır. Şirketteki uzmanlara, müşterileri sistematik olarak en iyi bilen kişilere tüketicinin ya da sektörel müşterinin ne kadar ödeme yapmaya istekli olduğunu sorarsınız.
TÜKETİCİYE SORULABİLİR
İkinci yöntem bir anket yaparak tüketiciye doğrudan sormaktır. Bu ankete verecekleri yanıtlardan istedikleri fiyatı ve satın alma eğilimlerini öğrenebilirsiniz. Üçüncü olarak, eğer daha çok endüstriyel ürünleriniz varsa o zaman ekonomik avantaj sağlayabilirsiniz. Enerji tasarrufu, ürünün daha uzun ömürlü olması, daha kaliteli çıktı vermesi gibi örnekler verilebilir.
LASTİK ÖRNEĞİ
Diyelim ki otomobiliniz için, eski lastiklerinizden 2 kat daha uzun ömürlü yeni lastikler satın aldınız. Müşteri bu anlamda bir lastiğe en fazla iki katı fiyat ödemek isteyecektir. Tabii bu durumda müşteriye bir avantaj sağlamanız gerekiyor.
DEĞER NASIL HESAPLANIR?
Bu avantajı müşteri ile üretici arasında ikiye böleyim diyebilir ve eski lastiğin 1,5 katı fiyata satış yapabilirsiniz. Böylelikle müşterinin yüzde 15 avantajı olur ama siz de hala yüzde 50 daha fazla kazanmaya devam edersiniz. Değer ve ödemeye istekli olmanın hesaplanma yöntemini anlatmak için bu örnek kullanılabilir.

N. ASLI TEKİNAY

Capital
 
 

19 Aralık 2012 Çarşamba

İşverenin Eşit Davranma Borcu

Yazımızda; işverenin eşit davranma yükümlüğünden, eşit davranma ilkesinin uygulama alanı ve işverenin eşit davranma yükümlülüğüne uymamasının ne gibi sonuçlar ortaya çıkardığı hususlarına bakılacaktır.
İşverenin Eşit Davranma Yükümlülüğü;
İşveren, işin yürütümünde çalışanı ile kurduğu ilişkilerde temel bazı kurallara uymakla yükümlü. Bu kurallar genel olarak insan hakları ve özgürlüklerine dayanmaktadır. Çalışanlara karşı temel hak ve özgürlüklere dayanan sorumluluğa “işverenin eşit davranma yükümlülüğü” denir.
İşverenin eşit davranma yükümlülüğünün en temel dayanağı Anayasamızın “Kanun Önünde Eşitlik” başlığı altında düzenlenen 10. Maddesinde yerini almıştır. Ayrıca eşit davranma yükümlülüğünün en önemli dayanaklarından bir diğeri de taraf olunan Uluslararası Sözleşmeler olduğu göz ardı edilmemelidir.
4857 sayılı iş kanunun 5. Maddesinde yapılan düzenleneme ile çalışma hayatındaki eşitsizliklerin önüne geçilmeye çalışılmış ve bu hükme aykırı olarak işlem tesis edilmesi halinde karşı karşıya kalınacak cezai hükümlerin neler olacağı yine aynı kanunun ilerideki maddelerinde düzenlenmiştir.
5. maddeye göre; “İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapılamaz.
İşveren, esaslı sebepler olmadıkça tam süreli çalışan işçi karşısında kısmî süreli çalışan işçiye, belirsiz süreli çalışan işçi karşısında belirli süreli çalışan işçiye farklı işlem yapamaz.
İşveren, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, bir işçiye, iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde, cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamaz.
Aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz. İşçinin cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanması, daha düşük bir ücretin uygulanmasını haklı kılmaz.
İş ilişkisinde veya sona ermesinde yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davranıldığında işçi, dört aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebilir.
2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31 inci maddesi hükümleri saklıdır.[1]
20 nci madde hükümleri saklı kalmak üzere[2] işverenin yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davrandığını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak, işçi bir ihlalin varlığı ihtimalini güçlü bir biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren böyle bir ihlalin mevcut olmadığını ispat etmekle yükümlü olur.”
İşveren çalışanlarını değerlendirirken yalnızca işle ilgili vasıflarını esas almak zorundadır.
Yargıtay almış olduğu kararlarında; İşyerinde bulunan herkese zam yapılırken tek bir işçiye zam yapılmamasını, eşit şartlarda çalışanların eşit ücret almamasını, siyasal nedenlerle işten çıkarmaları, aynı olaydan dolayı müdüre uyarı cezası verip alt düzeyde çalışanı işten çıkarmayı, kadın çalışanların hamile olduğu için işten çıkarılmasını eşitlik ilkesine aykırı bularak bu sebeplerle yapılan fesihlerin kötü niyetli olduğu ve kötü niyet tazminatı gerektirdiğine hükmetmiştir.
Eşitlik İlkesinin Sınırları Nasıl Tespit Edilebilir
İşverenin işçilerine eşit davranma yükümlülüğünü sorgulayabilmek için bazı kıstasların oluşup oluşmadığına bakmak gerekmektedir. Bunlar; eşitsizliğin iddia edildiği işyerinin aynı işyeri olması (İşverenin işçilerine karşı eşit davranma yükümlülüğü, ancak aynı iş yerinde çalışan işçilerine karşı söz konusudur), işyerinde en az iki kişinin çalışıyor olması, işyerinde genel uygulama kuralları olmalı (ancak bu şekilde bir veya birkaç işçi bu uygulamanın dışında tutulduklarını iddia edebilirler), karşılaştırılacak olayların hemen hemen aynı zaman aralığında meydana gelmesi (farklı zaman aralıklarındaki uygulamalar her zaman eşitlik ilkesine aykırı olmayabilir), işçi ile işveren arasında bir iş sözleşmesinin olmasıdır.
Yukarıda belirtilen temel ayrımlardan sonra ayrıntıların değerlendirilebilmesi mümkün olacaktır.
İşverenin Yönetim Hakkı Yönünden;
İş Sözleşmesi, işçinin işverene ait işyerinde belirli olsun veya olmasın bir zaman diliminde iş görmeyi ve buna karşılık işverenin de ücret ödemeyi yüklendikleri bir özel hukuk sözleşmesidir.
İşçi ile işveren arasında yapılan iş sözleşmesinde; işçi ve işverenin birbirine karşı bazı yükümlülükleri vardır. İşveren, işçiye karşı ücret ödemeyi, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerini almayı taahhüt ederken, işçi de, iş görme, sadakat, çalışma koşullarına uyma ve itaat etme yükümlülüğü altına girmektedir.
İşverene tanınan yönetim hakkı ve disiplin yetkisi de işçinin işverene bağımlılığını belirleyici bir özellik taşımaktadır. İş ilişkisinde işçi ile işveren arasındaki bağımlılık unsuru gereği, bir tarafta işçinin, işverenin emir ve talimatlarına uyma borcu, diğer tarafta da işverenin yönetim hakkı yer alır. İşveren bu hakkını, hakkın yasa, toplu is sözleşmesi veya is sözleşmeleriyle sınırlandırıldığı alan dışında kullanabilir, ancak yönetim hakkının kullanılmasında, işveren işçiler arasında haklı nedenlere dayanmadan farklı davranamaz.
İşçinin İşe Alınması Yönünden;
İşveren, hangi işçiyi işe alıp hangisini almayacağı, işi hangi işçiyle en verimli, karlı biçimde yürütebileceğini belirleme konusunda yetkilidir. Bu yetki işverenin Anayasa ile garanti altına alınan dilediği ile sözleşme yapma ve ekonomik girişimlerde bulunma özgürlüğünün bir parçası ve Borçlar Hukukuna egemen olan sözleşme serbestliği ilkesinin de bir sonucudur.
Temel olarak işçi ile işveren arasındaki hukuki ilişkinin işe alınmadan sonra ortaya çıkacağı muhakkaktır. Ancak işçi, işe alım sırasında işvereninin adaylar arasında seçim yaparken takdir hakkını kullanması sırasında izlediği politikalar ve uyguladığı yöntemler cinsiyet ayrımı yasağını ihlal eden bir nitelik taşıyamaz. İşveren istediği adayla iş sözleşmesini kurarken, hukukun temel ilkelerini, Anayasanın ve yasaların emredici kurallarını, İş Hukukunda kabul edilen mutlak ayrım yasaklarını ihlal edemez.  
Görüleceği üzere Anayasa teminatına alınmış işverenin sözleşme özgürlüğü ilkesi ile işçiye karşı eşit davranma ilkelerinin çalışabildiği bir noktaya da gelinebilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus; sosyal devlet ilkesinin gereği olan eşit davranma ilkesinin sözleşme özgürlüğü ilkesi ile bertaraf edilmemesi gerektiğidir.
Ücretler yönünden;
Ücretler yönünden farklı uygulamalara çokça rastlanabilmektedir. Ancak, çalışanların farklı ücret uygulandığı gerekçesi ile eşitlik ilkesine aykırı davranıldığını iddia etmeleri her zaman mümkün değildir. Eğer ücretlerin belirlenmesinde işveren; eşit iş, eşit değer ve eşit ücret kavramlarının birlikte değerlendirilmişse, yani işin görülmesinde işçinin sahip olması gereken öğrenim durumu, bilgi, beceri, deneyim, dikkat, el yatkınlığı ve sıcaklık, toz, kir gibi dış etkenlere bağlı çalışma koşulları, harcanacak beyinsel ve bedensel güç gibi nesnel ölçütlere dayandırılmışsa burada eşit ücret uygulamasına aykırı hareket edildiği iddiası çok sağlam temellere dayanmamış olacaktır.
Ücretler yönünden eşitlik ilkesine aykırılık, genellikle sosyal ödemeler yönünden ortaya çıkabilmektedir. Sosyal ödemeler işçiye bireysel olarak değil, aksine bir işletmenin üyesi olması sebebiyle veya grup olarak diğerleri arasındaki durumu dikkate alınarak ödenmelidir. Sosyal ödemelerin özelliği, işverenin hukuki yükümlülüğü bulunmamasına rağmen, belirli düşüncelerle ve kendi isteği ile işçilere ödeme yapmasıdır ve önemli olan sosyal yardımların kolektif bir işlem olarak herkese sağlanmasıdır. Doktrinde, işveren tarafından yapılan bu devamlı ödemeler sonucunda oluşan işyeri uygulamalarının işçilerin zımni kabulleriyle iş sözleşmesinin içeriği haline geldiği, bağlayıcılık kazandığı ve işverence tek taraflı olarak ortadan kaldırılamayacağı kabul edilmektedir. Sosyal yardımlara ilişkin talep hakkı, toplu iş sözleşmesi ya da iş sözleşmesi hükümlerine dayanarak yapılıyorsa, eşit işlemde bulunma yükümlülüğü söz konusu değildir.
İşveren, tüm işlemlerinde olduğu gibi ikramiye dağıtımında da, aynı durumdaki işçileri arasında farklı işlem yapamaz. Bu husus işverenin işçilere yardım ve gözetme borcuna, eşit işlem yapma ilkesine aykırı düşer.
Cinsiyet Yönünden;
İşveren, işyerinde aynı nitelikte işlerde ve eşit verimle çalışan kadın ve erkek işçiler arasında sadece cinsiyet ayrılığı sebebiyle farklı ücret uygulaması yapamaz.
Ancak, kadınlar için yapılmış olan erken emeklilik, özürlü çocuğu olan bayanların yıpranma sürelerine kavuşturulması, süt izni verilmesi gibi pozitif ayrımcılıkları eşitlik ilkesine aykırılık olarak düşünmemek gerekmektedir. Bu tür düzenlemelerden maksadın, kadınlara karşı ayrımcılık sorununun ortadan kaldırılmasına yönelik önlemlerin alınmasını sağlayarak bu sorunu çözmek, hakların ve fırsatların farklı cinsler arasında eşit olarak bölüşülmesini temin etmektir. Pozitif ayrım programları, pek çok ülkede, hatta bu konuda yasaların bulunmadığı ülkelerde bile sendikalarca toplu sözleşme görüşmelerine dahil edildiği göz ardı edilmemelidir.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi almış olduğu kararlarda; Eşit davranma borcununun 4857 sayılı İş Kanunu gereğince, işverenin genel anlamda borçları arasında yerini aldığını, ancak 5. Maddesinde her durumda mutlak bir eşit davranma borcunun düzenlenmediğini, belli bazı durumlarda işverenin eşit davranma borcunun varlığından söz edildiğini, ancak "esaslı nedenler olmadıkça" ve "biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça" bu yükümlülüğün bulunmadığı belirtmiştir. (Yargıtay 9. HD. 25.07.2008 gün 2008/27310 E, 2008/22095 K).
Bu karar da; Mutlak anlamda eşitlikten söz etmek mümkün değildir. İşverenin “eseslı nedenler olmadıkça” ve “biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça” yönetim hakkından kaynaklanan yetkilerini kullanabileceğini ve bunun da eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmeyeceğini göstermektedir.
Eşit Davranma İlkesine Aykırılık Halinde Karşılaşılan Cezalar 
İş ilişkisinde veya sona ermesinde eşit davranma ilkesine aykırı davranıldığında işçi, dört aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka yoksun bırakıldığı haklarını talep edebiliyorken, ayrıca ihlal yapan işverene idari para cezası verilir.[3]
 İşverenin ispat etmesi gereken, örneğin farklı davranmanın işin gereği olması ya da sözleşmenin feshinin geçerli veya haklı nedene dayanması gibi, hususlar hariç işverenin ayrımcılık yaptığını çalışan ispat etmekle yükümlü. Ancak, çalışan bir ihlalin varlığı ihtimalini güçlü bir biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren böyle bir ihlalin mevcut olmadığını ispat etmekle yükümlü olur.
İşverenin ayrım yapmasının hukuki yaptırımı olarak, işçinin “dört aya kadar ücreti tutarındaki” tazminatın hesaplanmasında esas alınacak ücret, işçinin “asıl ücreti” dir.  Ücretin ekleri olan ikramiye, prim ve paraya ilişkin sosyal yardımlar ise tazminatın hesaplanmasında dahil edilecektir. Nitekim bu konuda Yargıtay almış olduğu bir kararında;
4857 sayılı İş Kanununun 5. maddesinin 4. ve 5. fıkralarında ise, işverenin ücret ödeme borcunun ifası sırasında ayrım yasağından söz edilmektedir. Maddede sözü edilen ücretin genel anlamda ücret olduğu ve ücretin dışında kalan ikramiye, pirim vb. ödemleri de kapsadığı açıktır. İşverenin eşit davranma borcuna aykırı davranmasının yaptırımı yine 4857 sayılı İş Kanununun 5. maddesinin 6. fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan hükme göre işçinin dört aya kadar ücreti tutarında bir ücretten başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep imkanı buluna bileceği sonucuna varılmaktadır. (T.C. Yargıtay 9. H.D.’nin E. 2009/25544 K. 2009/20096 T. 7.7.2009 kararına göre). Şeklinde karar vermiştir.  
İşin niteliği gereği somut bir zarardan söz edilebilen her halde (işverenin parasal edimlerinde, yönetim hakkına ilişkin alanda, iş sözleşmesinin feshinde) maddi tazminat istemi uygulama alanı bulabilecektir. Eşit davranma ilkesine aykırılık dolayısıyla manevi tazminat, maddi tazminat gibi, başta işverenin yönetim hakkı ve fesih yetkisi olmak üzere niteliği gereği uygun olan her durumda uygulanabilecektir.
Bir başka olayda ise; işveren tarafından haklı sebeplerle iş akidleri sonlandırıldığı yönünde karar verilen işyerinde, işverenin daha sonra iş akdi sonlandırılan işçilerden bazıları ile iş sözleşmesi kurmasının, işe alınmayan işçiler için eşitlik ilkesine aykırılık olarak değerlendirilmemesi gerektiği ve bu kişiler için ihbar ve kıdem tazminatı isteklerinin yerinde olmadığı yönünde karar almıştır. (Yargıtay, 08.10.2007 gün  2007/2577 E, 2007/29505 K).
SONUÇ OLARAK;
Eşitlik ilkesinde mutlak olarak eşitliği anlamamak gerekmekle beraber, işverenin yönetim ilkesinden kaynaklanan gücünü de çok geniş yetkilerle donatılmış yetkiler olmadığını anlamak gerekmektedir.
İş mahkemelerinde ve Yargıtay kararlarında dikkat çekici husus, işçi ile işveren arasındaki yanlış anlaşılabilecek olan eşitlik ilkesi ile yönetim ilkelerinin sınırlarını ortaya koyarak işçin işverene, işverenin de işçiye haksız davranışlarda bulunmasını engellemek maksadı olduğu görülebilecektir.
Eşitlik İlkesine aykırılık sebebiyle tazminata hükmolunan işverenlerin, ödemeleri gereken taminata konu ücrete ikramiye, prim vb gibi eklentilerin de dahil edilmesi yönünde karar vermekle birlikte, karşı karşıya kalınan maddi ve manevi diğer zararların da alınabileceğine hükmettiği görülebilmektedir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR 
-   4857 sayılı İş Kanunu ve ilgili maddeleri
-   Demircioğlu Centel, İş Hukuku Bireysel İş Hukuku Toplu İş Hukuku,
-   Çelik Nuri, İş Hukuku Dersleri, Yenilenmiş 16.b., Beta, İstanbul, Ekim 2003.
-   Yrd. Doç. Dr. Kübra Doğan YENİSEY, Çalışma ve Toplum, 2006/4
Muhammet GERÇEK*
E-Yaklaşım

*    SGK Başmüfettişi[1] İşverenin, hizmet akdinin feshi dışında, üçüncü ve beşinci fıkra hükümlerine aykırı hareket etmesi halinde, işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere tazminata hükmedilir. Sendika üyeliği veya sendikal faaliyetlerden dolayı hizmet akdinin feshi halinde ise, İş Kanununun 18, 19, 20 ve 21 inci madde hükümleri uygulanır. Ancak, İş Kanununun 21 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ödenecek tazminat işçinin bir yıllık ücret tutarından az olamaz.
[2] Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
[3] 4857 sayılı kanunun 99. Maddesine göre 5. Maddeye aykırı davranan İşveren veya işveren vekiline bu durumdaki her işçi için 110 TL idari para cezası verilir.