30 Aralık 2011 Cuma

Reeskont İşlemlerinde Uygulanacak İskonto Oranı

Vergi Usul Kanunu’nun 281 ve 285’nci maddelerine göre; vadesi gelmemiş olansenede bağlı alacakların ve senede bağlı borçların reeskonta tabi tutulmasında,eğer söz konusu alacak veya borç senetlerinde faiz oranı belirtilmemiş ise, MerkezBankasının resmi iskonto oranının kullanılması gerekmektedir.

T.C. Merkez Bankasının 29 Aralık 2011 tarih ve 28157 sayılı Resmi Gazete’deyayımlanan Tebliği ile; 29 Aralık 2011 tarihinden itibaren uygulanmak üzere,vadesine en çok 3 ay kalan senetler karşılığında yapılacak reeskont işlemlerindeuygulanacak iskonto faiz oranı yıllık %17, avans işlemlerinde uygulanacak faizoranı ise yıllık %17,75 olarak tespit edilmiştir.

Buna göre; 29 Aralık 2011 tarihinden itibaren, 238 sıra numaralı Vergi Usul KanunuGenel Tebliğindeki açıklamalar çerçevesinde, Vergi Usul Kanunu uyarınca alacakve borç senetlerinin reeskontunda, reeskonta tabi tutulacak senetlerde faiz oranıbelirtilmemiş ise, kullanılması gereken iskonto faiz oranı yıllık % 17,75 olacaktır. Vergi uygulamaları açısından alacak ve borç senetlerinin reeskonta tabitutulmasının zorunlu olmadığını; ancak, alacak senetlerinin reeskonta tabitutulması halinde, borç senetlerinin de reeskonta tabi tutulmasının zorunluolduğunu hatırlatmak isteriz.

29 Aralık 2011 Perşembe

2012 ASGARİ ÜCRET TUTARI

Çalışma Bakanı Faruk Çelik, 2012 yılı için geçerli asgari ücreti açıkladı.
16 yaşını dolduranlar için ilk altı ayda asgari ücret net 701,
ikinci altı ay için de net 739 lira olarak belirlendi.

16 yaşını dolduranlar için aylık brüt asgari ücret ilk 6 ay için 886.50 TL,

ikinci altı ay için de 940.50 TL oldu.

Asgari ücretteki artış oranı ilk 6 ay için yüzde 5.91, ikinci 6 ay için yüzde 6.09 oldu.

Toplam artış yıllık olarak ise yüzde 12.37 olarak belirlendi.


01.01.2012 - 30.06.2012 tarihleri arasında (ASGARİ ÜCRET);
ASGARİ ÜCRET 16 YAŞINDAN BÜYÜKLER İÇİN BRÜT: 886,50 TLASGARİ ÜCRET 16 YAŞINDAN BÜYÜKLER İÇİN NET:   701,44 TL
Asgari Ücret 2012 yılı Tablosu:

ASGARİ ÜCRET VE YASAL KESİNTİLER

(01.01.2012-30.06.2012 Dönemi)

 

16 Yaşından
Büyükler

Brüt Ücret

886,50 TL
Sigorta Primi İşçi Payı
124,11 TL
İşsizlik Sigortası Primi İşçi Payı
8,87 TL
Gelir Vergisi Matrahı
753,53 TL
Gelir Vergisi
113,03 TL
Damga Vergisi
5,85 TL
Kesintiler Toplamı
251,85 TL
Asgari Geçim İndirimi
(Bekar ve Çocuksuz)
66,49 TL

 NET ELE GEÇEN (Asgari Ücret + AGİ)

701,14

27 Aralık 2011 Salı

Kurumsal Denetim ve Denetim Taktikleri

Denetim, kuruluşların yapmış oldukları faaliyetlerinin uygunluğunun ya da uygunsuzluğunun araştırılmasıdır.

Denetim, kuruluşların yapmış oldukları faaliyetlerinin uygunluğunun ya da uygunsuzluğunun araştırılmasıdır. Denetim, başarılı olmak isteyen her kuruluşun yapmakta olduğu bir faaliyettir.

Denetimler kuruluşlarda her departmanda gerçekleşebilmektedir. Çalışanların denetimi, mali denetim, müşteri ile ilgili denetimler, süreç denetimleri, ürün ya da hizmetin uygunluk denetimi, performans denetimi vb denetimlerin çok çeşitli kuruluşlarda farklı metodlarla gerçekleştirildiği görmekteyiz. Üst yönetim tüm bu denetimlerin sonuçlarına sahip çıkmadığı sürece denetimlerin hiçbir faydası görülemeyecektir.
Denetim yapmak isteyen kuruluşlar ilk olarak hangi konu başlığında denetleme yapacağına karar vermelidir. Sürekli ve büyük problemlere sebep olan bir konu başlığında denetim yapılacaksa acemi, konusunda uzman olmayan, denetimi bilmeyen kişilere görev verilmemelidir.

Denetim aşamasına gelindiğinde ise denetim sorumlularının belirlenmesi ve duyurulması, denetim süreç haritasının hazırlanması, denetim yapılacak konu başlıkları belirledikten sonra denetlenecek alanlara denetimin konusunu, tarihini, denetim şekli denetim ve denetim prosedürü tüm personele ve birimlere duyurulmalıdır.
Denetim prosedürü çeşitli başlıklar altında toplanır. Bu başlıklar; amaç, kapsam, referanslar, tanımlar, sorumlular, uygulama vb. başlıklar altında denetimin neyi amaçladığı, neleri kapsadığı, nelerin referans alındığı, (yasalar, yönetim sistemleri veya kendi standart referansları vb.) anlaşılması gereken kelimelerin anlamları, denetimde sorumluların kim olduğunun belirlenmesi ve denetimin nasıl gerçekleşeceğini uygulama başlığı altında en ince detayına kadar belirtmek gerekmektedir. Bu konu başlıklarının içeriğinde yapılan değişikleri revize ederek tüm personele ve birimlere duyurmak gerekmektedir.

Denetim öncesinde mutlaka denetim kontrol listeleri, işin uzmanları tarafından hazırlanmalıdır. Denetim kontrol listelerinde yorum bölümü olmalı ve denetim esnasında göze çarpan noktalar bu yorum köşesine eklenmelidir.

Denetimlerde temel amaç kusurlu ve işlemeyen alanların tespit edilmesi olsa da, denetimler daha iyiye ulaşmak amacıyla yapılmalıdır. Denetimlerde düzeltici faaliyetlerden çok önleyici faaliyetler göz önünde bulundurulmalıdır.

Denetimlerde çalışanlarla birebir görüşülmelidir. Önerileri ve düşünceleri alınmalıdır. Gözlemlerinin ne olduğu belirlenmelidir. Zira bir işi en iyi bilen, o işi yapandır. Başka bir bölümden gelen denetçinin kontrol listelerini düzenlemesi denetim sonrası faaliyetlerin iyileştirilmesinde yeterli olmayacaktır.

Günümüzde pek çok kuruluş çeşitli yönetim sistemlerini uygulamak için belgelendirme denetimleri yapmaktadır. Bu kuruluşlara belge denetimi için gelen denetçilerin büyük çoğunluğunun sektör deneyimi olmadığını ve denetimde neyin önemli neyin önemsiz olduğunu sadece ellerine verilen kontrol listelerine göre karar verdikleri de görmekteyiz. Her kuruluşun yapısı farklıdır ve denetçilerin bu yapıyı anlamaları gerekmektedir. Özellikle ISO sistem belgelendirme denetimlerinde denetçilerin şirketlerin mevcut yapılarını anlayamadıklarını gözlemliyoruz. ISO maddelerini yorumlamakta zorlanan ve sadece dokümantasyon eksikliklerini denetleyen bu denetçilerin günümüzde bu sistemlerin başarısızlığında en önemli faktörler biri olduğunu unutmamak gerekir.
Kuruluşlar gerçek ve başarılı bir denetim yapmak istiyorlarsa, tüm sistemlerini, tüm çalışanlarını, tüm birimlerini, tüm materyallerini denetlemelidirler. Bir bölümü veya bir depoyu denetlemek denetim açısından başarılı gözükse de yeterli olmayacaktır. Bir bölüm çok başarılı olsa da, diğer bölümlerin denetimsizlik sebebiyle başarısız olması sebebiyle başarısız duruma gelecektir.

Dünyada ve Türkiye’de pek çok kuruluşun her çeşit faaliyeti çeşitli sistemlerle yönetmelerine rağmen kendilerine has denetim sistemlerini bir türlü kuramadıkları ve yönetemedikleri gözlemlenmektedir. Bunun çok çeşitli sebepleri bulunmaktadır.
  • Bunlardan başlıcaları şunlardır;
  • Yapılan iç denetimlerde şirket içinde beraber çalışan personelin birbirlerini denetlemesi ve samimiyetlerinin denetim sonuçlarını büyük ölçüde etkilemesi,
  • Denetim yapan personelin yetersizliği,
  • Hiyerarşik açıdan kendinden üste bulunan yöneticilerin denetlenmesi,
  • Denetim ciddiyetsizliği,
  • Üst yönetimin yetersiz desteği,
  • Cezalandırma ve ödüllendirme tekniklerinin yeterli olmaması,
  • Denetime ayrılan zamanın yetersizliği,
  • Denetim şeffaflığının sağlanamaması vb. konular denetimleri başarısız kılmakta ve denetimlerin verimini düşürmektedir.
Çalışan sayısı 50 den fazla olan kuruluşlar mutlaka denetim ekipleri oluşturmalıdır. Bu ekipler kendi yapmış oldukları işin dışında periyodik olarak denetim faaliyetlerini yürütebilmelidir. Denetim ekipleri en az 3 kişi olmalı ve çalışan sayısına göre artırılmalıdır. Mümkünse denetim faaliyetleri ve sonuçları en üst birime bağlanmalıdır. Orta kademe yöneticiler denetim sonuçlarını değerlendirmek ve karar almak konusunda yetersiz kalacaktır.

Kamu kuruluşlarında denetçilerinde mutlaka denetlenmesi gerekir. Denetçilerin görevlerini yerine getirip getirmediklerini bu üst denetim ekibi denetlemeli ve devletin üst birimlerine bildirerek gereğinin yapılmasını sağlamalıdır. Kamu kuruluşları, özellikle çalışanların verimini ve uygun çalışıp çalışmadığını tespit etmek istiyorsa mutlaka vatandaşla çalışan arasına bir set çekebilmelidir. Devleti yönetenlerin mutlaka başvuru, cezalandırma, denetim vb. faaliyetlerinde kamusal çıkarı göz önüne alarak yeni düzenlemelere gitmeli ve bilgi teknolojilerini bu konuda daha fazla kullanmalıdır. Devletin birimlerinin denetimi şirket denetimlerin oldukça farklıdır.

Denetçiler denetim konusunda eğitilmelidirler. Denetimin ne olduğunu ve amacının ne olduğunu kavramalıdırlar. Kusur bulmak temelinde hareket etmek yerine kusurları oluşmadan önlemek ve düzeltmek yönünde hareket etmelidirler. Denetçiler tüm birimlerle irtibatlarını eksiksiz gerçekleştirmelidirler.

  • Denetçiler
  • Araştırmacı,
  • Kolay iletişim kurabilen,
  • Disiplinli,
  • Kuruluş misyonuna uygun,
  • Sektörü yakından bilen,
  • Teknolojiye ilgi duyan
  • Empati yapabilen kişilerden seçilmelidir.

Başarılı denetçilerin kuruluşlarına değer katacağı unutulmamalıdır.
Denetimde en önemli nokta yasaları uygulamak olmalıdır. Denetçi, denetleyeceği kuruluşun faaliyetlerine göre yasal mevzuatı takip etmeli ve uygulanmasına yardımcı olmalıdır. Türkiye’de pek çok kuruluş iş güvenliği, çevre sağlığı, bireysel ve sosyal haklar vb. konularında yasalara uygun çalışmamaktadır. Kuruluşların ilk denetim faaliyetleri yasal mevzuata ne kadar uyumlu olup olmadıkları konusunda olmalıdır. Bulunan eksikler derhal düzeltilmelidir.

Denetimler, periyodik denetimler dışında olağanüstü şekilde de gerçekleştirilmelidir. Zamanı belli olmayan bu denetim şekli kuruluşun mevcut yapısını daha net görmemizi sağlayacaktır. Çalışanları daha düzenli çalışmaya teşvik edecektir.

Denetim sonuçları kuruluş üst yönetimleri tarafından değerlendirilmelidir ve alınan kararlar uygulanırken tüm bölüm ve çalışanlara duyurulmalıdır. Uygulama sonuçları bir sonraki denetimde gündeme gelmelidir ve başarı ya da başarısızlık değerlendirilmelidir.

Sürekli gelişme ve kaliteli yönetim için denetim şarttır.
 
 
 
 

24 Aralık 2011 Cumartesi

Kötüniyet Tazminatı


4857 sayılı İş Kanunu’nun 17. Maddesine göre, iş güvencesi hükümlerinden yararlanmayan, belirsiz süreli sözleşmeyle çalışan işçilerin iş sözleşmesinin fesih hakkının kötüye kullanılarak sona erdirildiği durumlarda bildirim süresinin üç katı tutarında “kötüniyet tazminatı” ödenmesi öngörülmüştür.
Eski iş kanun döneminde kötüniyet tazminatı alan işçi, ayrıca ihbar tazminatı alamıyordu. 4857 sayılı İş Kanunu’nda ise her iki tazminatında ödenmesi kabul edilmiştir.
Hangi hallerin kötüniyetli, sayılacağı İş Kanunu’nda belirtilmiş değildir. Kötüniyet tazminatı Medeni Kanunun ikinci maddesinin İş Kanununa aktarımıdır. Buna göre hukuken tanınmış bir hakkın varlığı, hakkın objektif iyi niyet kurallarına aykırı kullanılması ve hakkın kötüye kullanılmasından karşı tarafın zarar görmesi ya da bir zarar tehlikesinin oluşması durumunda fesih hakkı kötüye kullanılmış sayılır. Akdinin kötüniyetle işveren tarafından feshedildiğini iddia eden davacının yargılama sırasında bunu kanıtlaması gerekir. [T.C. YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ E. 2005/16326 K. 2005/39817 T. 19.12.2005]
Kanunun gerekçesinde; kötüniyetli feshe, işçinin, işvereni hakkında şikâyette bulunması, işçinin işvereni aleyhine dava açması ve işçinin işverenin aleyhine şahitlik yapması olarak örnek vermiştir. Şikâyet yoluna başvurulmasında haklı veya haksız olması önemli değildir. Kötüniyetin olup olmadığı her fesih için ayrı ayrı değerlendirilir.
T.C.YARGITAY 9.HUKUK DAİRESİ [E.2002/874K. 2002/8770T. 22.5.2002] işveren aleyhine tanıklık yapması üzerine kıdem ve kötüniyet tazminatına karar vermiştir.
Davacı işçinin davalıya ait işyerinde çalışırken aynı işyerinde çalışan bir başka işçi tarafından açılan davada, davalı işveren aleyhinde 23.1.2001 tarihinde tanıklıkta bulunduğu, bunun üzerine davalının işten çıkardığı aynı gün 23.1.2001 tarihinde Bölge Çalışma Müdürlüğüne işvereni şikâyet ederek haksız olarak işine son verildiğini bildirdiği dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşıldığı gibi davacı tanıkları da bu olguyu doğrular şekilde anlatımlarda bulunmuşlardır.
Feshin kötüniyete dayandığı böylece anlaşıldığından kıdem ve kötüniyet tazminatına karar verilmiştir.

Yargıtay bir başka kararında .[T.C. YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ 1997/5390 K.1997/9145 T. 15.5.1997], İşçinin Fazla Mesai Ücreti İçin Dava Açtığından dolayı Hizmet Akdinin Sona Erdirilmesi durumunda da kötüniyet tazminatına hükmetmiştir. Şöyle ki:
Davacı, davalı aleyhine fazla mesai alacak davası açtığı için hizmet akdinin kötüniyetli olarak işveren tarafından sona erdirildiğini iddia ederek kötüniyet tazminatı talep etmiştir. İstanbul 6. İş Mahkemesi'nin davacının davalı aleyhine fazla mesai alacak davası açtığı, bu davanın yargılaması sırasında 14.4.1995 tarihinde davacının haklarını aldığını belirterek davasından feragat ettiği, bu feragatten 3 gün sonra 17.4.1995 günü hiçbir neden gösterilmeksizin davacının hizmet akdinin 1475 sayılı yasanın 13. maddesi gereğince feshedildiği anlaşılmaktadır. Davacı tanıkları da davacının hizmet akdinin işveren aleyhine daha önce açtığı fazla mesai alacak davası sebebiyle sona erdirildiğini doğrulamışlardır. Tüm dosya içeriğinden davacının hizmet akdinin davalı tarafından daha önce açılan fazla mesai alacak davası sebebiyle sona erdirildiği anlaşılmakta olup, bu fesih İş Yasası'nın 13/3. maddesine uyan kötüniyetli bir fesihtir. Bu nedenlerle davacının kötüniyet tazminat talebinin kabul edilmesi gerekmektedir.
Yargıtay’a göre, kötüniyetli feshin kabulü için işçinin şikâyetinde haklı veya haksız olmasının bir önemi yoktur. Zira kanunda şikâyetin haklı bir nedene dayandırılması şartı öngörülmemiştir. Hizmet akdinin feshedilmesi ile şikâyet arasında bağlantı olması kötüniyet tazminatı için yeterlidir. 4857 sayılı İş Kanunun 18, 19, 20 ve 21 inci maddelerinin uygulama alanı dışında kalan işçilerin iş sözleşmesinin fesih bildirimi yoluyla kanunda gösterilen usul ve sürelere uygun olarak sona erdirmekle birlikte fesih hakkını kötüye kullanmaktadır. Dolayısı ile ortada ihbar tazminatı ödenmesini gerektiren bir durum olmamakla birlikte, kötüniyet tazminatı ödenmesini gerektiren bir durum olabilir. İşveren hem bildirim süresine uymamış hem de akdi kötüniyetli olarak feshetmişse ihbar ve kötüniyet tazminatları ayrı ayrı hesaplanıp ödenmesi gerekir.
İş güvencesi kapsamında yer alan işçilere uygulanacak kurallar İş Kanunu 18. maddesinde düzenlenmiştir. Yapılan düzenlemede, otuzdan az işçi çalıştıran iş yerlerinde çalışanlara veya altı ay az kıdemi olanlara ya da İş Kanunu 18. maddesinin son fıkrasında yer alan “İşletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili ve yardımcıları ile işyerinin bütününü sevk ve idare eden ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleri hakkında iş güvencesi hükmü uygulanamaz.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 17. Maddesine göre İşverenin bildirim şartına uymaması veya bildirim süresine ait ücreti peşin ödeyerek sözleşmeyi feshetmesi iş güvencesi (18, 19, 20 ve 21 inci maddeleri) hükümlerinin uygulanmasına engel olmaz. İş Güvencesi hükümleri uygulanma alanı dışında kalan işçilerin iş sözleşmesinin, fesih hakkının kötüye kullanılarak sona erdirildiği durumlarda işçiye bildirim süresinin üç katı tutarında tazminat ödenir. Fesih için bildirim şartına da uyulmaması ayrıca ücrete ek olarak işçiye sağlanmış para veya para ile ölçülmesi mümkün sözleşme ve Kanundan doğan menfaatler de göz önünde tutulur.
Buna karşılık iş güvencesi hükümlerine tabi işçiler işverence yapılan feshin geçersizliği ve işe iade davası açabildiklerinden fesih hakkının kötüye kullanıldığını ileri sürerek kötüniyet tazminatı isteminde bulunamazlar.

 
Mehmet Fatih GELERİ

İş ve Sosyal Güvenlik Uzmanı

22 Aralık 2011 Perşembe

1 Ocak’ta sağlık primi geliyor

Sosyal Güvenlik Reformu’nun en önemli aşamalarından birisi olan, herkesin sağlık güvencesi kapsamına girmesi olduğunu söyleyebiliriz. 1 Ekim 2008’den beri sürekli ertelenen genel sağlık sigortası uygulaması zorunlu olarak 1 Ocak 2012 günü başlayacak. Sağlık güvencesi olmayanlar işsiz de olsa zorunlu genel sağlık sigortası kapsamında prim ödemek zorunda kalacaklar.
Yeşil kartlılardan vizesi dolacak olanlar, vizenin dolmasından itibaren bir ay içinde ikamet ettikleri sosyal yardımlaşma vakfına başvurarak tekrar yeşil kartın devam etmesini (aynı hakların devamı ve prim ödemeden kurtulmak için), bir ay içinde başvurmayanlar resen SGK tarafından tescil edilerek asgari ücretin iki katının yüzde 12’si oranında prim ödeme yükümlüsü olacaklar.
 
Gelir durumlarına bakılabilmesi halinde, primleri gelire bağlı olarak değişecek.
Yeşil kartlı olmayanlar ise, öncelikle 1.1.2012 tarihinden itibaren en geç bir ay içinde sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfına başvurarak gelir testi yaptıracaklar, durumuna göre prim ödeme yükümlüsü olacaklar. Bu durumda olup, herhangi bir sosyal güvencesi olmayan, bakmakla yükümlü kişi olmayan, yeşil kartı olmayanlar ise bir ay içinde başvurmadıkları takdirde (2012 yılı Ocak ayı sonuna kadar) resen SGK tarafından tescil edilerek asgari ücretin iki katının yüzde 12’si oranında prim ödeme yükümlüsü olacaklardır.

Gelir Testi İstendiğinde ise SGK tarafından belirlenecek test yöntemleri kullanılarak tespit edilecek aile içindeki geliri kişi başına düşen aylık tutarı asgari ücretin üçte birinden az ise, genel sağlık sigortası primleri devlet tarafından ödenecek, fazla çıkarsa, (1 Temmuz 2011-31 Aralık 2011 dönemi için) aylık GSS primi, aile içindeki gelirin kişi başına düşen aylık tutarına göre;
1) Asgari ücretin üçte birinin (279 TL) altında ise GSS primleri devlet tarafından ödenecek,.
2)Asgari ücretin üçte biri (279 TL) ile asgari ücret arasında ise, 279x%12 = 33,48 TL,
3) Asgari ücret (837 TL) ile asgari ücretin iki katı arasında ise, 837x%12=100,44 TL,
4) Asgari ücretin iki katından (1.674 TL) daha fazla ise, 1.674 x%12 =201 TL,
olacaktır. GSS primleri ödenmez ise sağlık yardımı verilmeyecek.
***
 
Kısmi süreli çalışanların GSS primi
Part-time çalışan veya ev hizmetlerinde 30 günden az çalışanlar da prim ödeme yükümlüsü olup, GSS primlerini 30 güne tamamlamak zorundadır. Yaptırmadıkları takdirde prim borcunu ödemedikleri sürece sağlıktan yararlanamayacaklardır. Bu durumda part-time çalışanların mağduriyetleri söz konusu olacak. Sağlık güvencesi olmayıp da GSS kapsamında prim ödenek zorunda kalacak olanların ne kadar prim ödeyecekleri, aile içindeki aylık kazançlarına göre belirlenecektir. Kişilerin ödeyeceği GSS prim tutarı gelir testi yapılmasını isteyip istenmemesine göre değişecektir. Kişi yeşil kart veya gelir testi istemiyor ise; yürürlükteki asgari ücretin 2 katının yüzde 12’si oranında GSS primini her ay ödemesi halinde sağlık hizmetlerinden yararlanacaktır. Yani her ay 201 TL GSS primi ödenecek.

RESUL KURT / STAR

22.12.2011

21 Aralık 2011 Çarşamba

2012`de Türkiye`yi neler bekliyor ?

Bir önceki yıl dünya ekonomisi yeniden % 5'in üzerinde büyüyünce global finansal sistemin yeniden çalışmaya başladığı, stokların eritildiği ve yatırımların yeniden hızlanacağı düşünülmüştü.
2011 başında gelen yavaşlama sinyalleri de çok ciddiye alınmamıştı. Zaten hızlı olan geri dönüşün biraz yavaşlaması normaldi. Japonya'daki deprem ve tsunami tedarik zincirini geçici olarak etkileyecekti. (Daha sonra ciddi bir revizyonla % 1,9'dan % 0,4'e düşürülen) ABD ekonomisinin ilk çeyrek büyüme verisi de gayet iyi gelmişti.
Euro Bölgesi'nde Yunanistan sorunu vardı ama bölgenin % 2'si bile etmeyen bir ekonominin sorunu nasılsa daha fazla büyümeden halledilebilirdi. Ama 2011 yılının ikinci yarısı hiç de beklendiği gibi gelişmedi. Özellikle de Euro Bölgesi Yunanistan sorununu basiretli bir şekilde çözmek yerine piyasaları kandırma yoluna gidince moraller iyice bozuldu. Artık 2012 yılına olumlu bakan kalmadı.

Büyüme beklentileri sürekli aşağı çekiliyor. Euro Bölgesi liderliğinde gelişmiş ekonomilerin durgunluk yaşayacağı ve bazılarının resesyona kayabileceği düşünülürken Çin ve Hindistan gibi hızlı büyüyen gelişmekte olan ülkelerin de ciddi şekilde yavaşlayacakları öngörülüyor.

Bu genel resim içinde Türkiye'ye yönelik endişeler de artıyor. Piyasaların merakla fiyatlamaya çalıştığı 3 soru var:


1)
Euro Bölgesi'ndeki kriz, ihracatımızı nasıl etkileyecek?
Son 4 yılda ihracatımız içindeki payı 10 puan geriledi ama AB Türkiye'nin hâlâ en önemli ihracat pazarı. Üstelik Türkiye'de ihracattan daha fazla destek alan bir büyümenin hedeflendiği bir ortamda bu en önemli pazara yönelik endişeler can sıkıyor. Bölgenin gelişmiş ekonomileri tüketim yerine tasarrufa yöneldikçe bölgeye yapılan ihracat olumsuz etkilenecek. Nitekim Japonya'nın bölgeye olan ihracatı gerilerken Çin ve Güney Kore'nin ihracat artışı sürekli geliyor.

Ama tersine Türkiye'nin ihracatı gayet iyi. Yılın ilk 10 ayındaki ihracat artışı % 22. Son 4 yılın en yüksek artış oranı. Üstelik sebebi sadece döviz kurundaki yükseliş değil. AB'deki tasarruf eğilimi Türkiye ihracatına yarıyor çünkü marka primi olmadan daha ucuz ama fiyatına göre iyi kalite sunan Türkiye ihracatı kriz dönemlerinde talep görüyor. Ayrıca Asya fiyatları büyük miktardaki sevkiyatlarda avantajlı. Türkiye kriz dönemlerinin daha çabuk ve daha küçük miktarlardaki ithalat talebine Asya'ya göre çok daha kolay cevap verebiliyor. O nedenle, Avrupa'daki krizin ihracata olumsuz etkisinden çok endişe etmemek gerekir.
2) Bankalar nereden finansman bulacaklar?

Euro Bölgesi'nde finansal sistem son derece sıkıntılı. Bankalar geri alamayacaklarından şüphe ederek birbirlerine kredi vermekten imtina ediyorlar. Bölge bankalarının 2012 ortasına kadar 115 milyar Euro ek sermayeye ihtiyaçları var ve
bunu bulamazlarsa bilançolarını küçülterek sermaye açıklarını kapamak durumundalar.

İtalya, İspanya ve hatta Fransa gibi ülkelerin devletleri makul maliyetlerle borçlanmakta zorlandıkları için bankalarını yurtdışına kredi vermek yerine kendi devlet tahvillerini almaya zorlayabilir. Hatta Alman Commerzbank Almanya dışına kredi vermeyeceğini açıkladı bile. Böyle bir ortamda bankaların Türkiye'ye yeteri kadar kaynak aktarmayabilecekleri önemli bir endişe kaynağı. Cari açığı hâlâ yüksek olan Türkiye'nin bunu finanse ettiği en önemli kanal bankalar ve onların da en önemli finansman pazarları Avrupa.

Elbette bölge sorun yaşamasa daha iyi olurdu ama bu sorunu da çok abartmamak gerekir. Birincisi, Euro Bölgesi'nde aslında yeteri kadar likidite var. Sadece bankalar arasında dolaşmıyor. Bankaların birbirlerine güvenmedikleri için ECB'ye gecelik yatırdıkları likidite miktarı yeniden 300 milyar Euro'nun üzerinde. Üstelik ECB 2012 ortasında % 0,50'lere kadar düşmesi beklenen bu ucuz fonlamayı artık 3 yıla kadar uzayan vadelerde yapmaya başladı.

Türkiye'ye arkasında dış ticaret işlemlerine dayanarak verilen sendikasyon, postfinansman gibi krediler de pek bir yılı aşmıyor ve gayet kârlı (çünkü bu finansmanla Türkiye'de kârlı işler yapılıyor). Ayrıca Türkiye'deki bankalar kredi geri ödemesi açısından Euro Bölgesi bankalarına göre çok daha güvenilir konumda. Euro Bölgesi 6 aydır zor bir süreçten geçiyor olmasına rağmen Türk bankaları son bir yılda vadesi gelen borcunun % 58'i kadar daha fazla borçlanabildi. 2012'de bunun % 100'ün altına inmesi bugüne kadar yaşanandan çok daha büyük bir kriz gerektirir.

Son olarak da, her ne kadar uzun vadeli projelere uygunluk açısından yurtdışı (döviz) krediler önemli olsa da banka bilançolarının yaklaşık dörtte biri devlet tahvillerinden oluşuyor. Devlet bütçesinde bu şekilde tasarruf yapmaya devam edip vadesi gelen borcunun altında borçlandıkça bankalara reel sektöre kalıcı bir şekilde aktarabileceği bir kaynağı sağlamış olacak. Bu da bir tür sigorta görevi görüyor.

3) Büyümenin motoru ne olacak?


Otoritelerin uyguladığı politikalar ekonomiyi iç talepten ziyade ihracata dayalı büyümeye yöneltiyor. Yukarıda da vurguladığım üzere ihracatın yapısı itibarı ile sorun yaşamayacağını ve 2012'de çift haneli hızlarda büyümeye devam edebileceğini düşünüyorum. Ne var ki, ihracat büyümenin ilacı değil. Ekonominin en önemli iki motoru iç talep ve iç talebe yönelik yatırım harcamaları. İç talep zayıflarken yatırım harcamaları da azalırsa Türkiye % 5-7 arasındaki potansiyel büyümesinin oldukça altına inebilir.

Öte yandan yurtiçi üretim yerine ithalata yüklenen reel sektör açık bir şekilde otoritelerin yurtiçi üretimi teşvik etmeye yönelik ciddi tedbirler aldığını, bu tedbirlerin mevcut kâr marjlarını önemli ölçüde daralttığını ve uzunca bir süre sonuç alınıncaya kadar bu politikada ısrar edileceğini görüyorlar. Yakında çözülmesi beklenmeyen global kriz de TL'yi rekabetçi tutarak bu amaca büyük destek veriyor.

Bu ortamda son derece dinamik çalışan reel sektörün şimdiden bu teşviklerden faydalanarak ithalatlarını ikame edici projelere yöneldikleri görülüyor ve bu hızlanarak devam edecek. Dolayısıyla, iç talep zayıflasa da yatırım harcamaları üzerindeki etkisinin fazla olmayacağı düşünülebilir.

Bugün 2012'nin özellikle yılın ilk yarısında global anlamda kolay geçeceğini iddia etmek büyük cesaret ister. Ama Türkiye'ye yönelik endişelere temkinli yaklaşmak gerekir.

ZAMAN

20 Aralık 2011 Salı

TÜRMOB TTK, KOBİ TFRS ve Bağımsız Denetim Eğitimleri Başlıyor
Kaynak:TURMOB / 15 Aralık 2011 Perşembe

Y.M.M. VE S.M.M.M. ODASI BAŞKANLIKLARI’NA

"Yeni Türk Ticaret Kanunu", 'KOBİ’ler için Türkiye Finansal Raporlama Standardı" ve Denetim, Denetim Standartları ve Uygulamaları" alanlarında meslek mensuplarımıza yönelik eğitim faaliyetlerinin yapılabilmesini sağlayacak çalışmalar yerine getirilmiştir.

Bu kapsamda: eğitim alanlarına göre dokümanlar hazırlanmış, eğitimlerde görev alacak eğiticilerin yetişerek yetkinleşmeleri sağlanmış ve http://egitim.turmob.org.tr adresli portal oluşturulmuştur.
Portal,
¦ Meslek mensuplarımızın eğitim talebinde bulunabilmelerine,
¦ Eğitim taleplerinin Odalarımız ve TÜRMOB tarafından anlık olarak izlenebilmesine,
¦ Eğiticilerin eğitim için görevlendirilebilmesine,
¦ Türkiye geneli için eğitim planlaması yapılabilmesine,
¦ Eğitim sonu işlemlerinin yapılabilmesine,
¦ Yüz yüze eğitim faaliyetlerinin uzaktan eğitim ile desteklenmesine,
olanak sağlayacaktır.
Odalarımızın portala erişim sağlayabilmeleri ve portal üzerinde işlem yapabilmelerini sağlamak üzere; portala erişim sağlayarak işlem yapacak Oda görevlilerine ilişkin,
¦ Ad Soyad
¦ Görev
¦ T.C. Kimlik Numarası
¦ Aktif Elektronik Posta Adresi

Bilgilerinin, 26 Aralık 2011 tarihine kadar, TESMER Temel Eğitim ve Staj Merkezi Başkanlığına (Dikmen Caddesi No: 562 Dikmen / ANKARA) yazılı olarak ve ayrıca tesmer@tesmer.org.tr adresine e-Posta ile bildirilmesi gereklidir.

Eğitimler için çok sayıda başvuru alınabileceği öngörüsü ile ilk aşamada eğitim başvuruları 26 Aralık 2011 / 8 Ocak 2012 tarihleri arasında portal üzerinden alınacaktır. Bu tarih aralığında alınmış başvurular için gerekli eğitim planlaması yapılacak ve eğitimler gerçekleştirilmeye başlanacaktır. İlk aşamada başvuru yapmamış meslek mensuplarımız daha sonra belirlenecek tarihlerde başvurularını portal üzerinden yapabileceklerdir.

"Bağımsız Denetim Eğitimi" için daha önce Birliğimize yapılmış olan başvurular; ilgili Odalarımıza gönderilmiştir. Bu başvurular, ilgili Odalarımız tararından portala kaydedilecek ve meslek mensuplarımıza, portal üzerinde yapmaları gereken işlemler hakkında Odalarımızca bilgi aktarılacaktır.

“Bağımsız Denetim Eğitimi" için daha önce Birliğimize yapılmış olan başvurular, eğitim planlamasında öncelikli olarak değerlendirilecektir.

Eğitim planlamasının yapılabilmesi için Odalarımızın eğilimlerde kullanacakları eğitim salonlarına ilişkin aşağıdaki bilgileri 8 Ocak 2012 tarihine kadar TESMER'e bildirmeleri gereklidir.
¦ Eğitim salonu adı.
¦ Eğitim Salonu adresi,
¦ Eğitim salon numarası.
¦ Eğitim salonu kapasitesi,
¦ Eğitim salonu oturma düzeni, (masa, kolçaklı sandalye, sıra. kolluk ...)
¦ Projeksiyon cihazı, projeksiyon cihazı için perde, projeksiyon cihazının bağlanabileceği bilgisayar olup olmadığı,
¦ Ses düzeni bulunup bulunmadığı,

TTK, KOBİ-TFRS ile Denetim, Denetim Standartları ve Uygulamaları alanlarında yürütülecek eğilim faaliyetleri için meslek mensuplarımızın 26 Aralık 2011 / 8 Ocak 2012 tarihleri arasına http://egitim.turmob.org.tr portal üzerinden başvuru yapabileceklerine ilişkin olarak uygun araçlarla duyuru bilgilendirme çalışmalarının yapılmasını rica ederim.


Saygılarımızla,



YMM Nail SANLI
Genel Başkan

Kobi Şirketlerimiz Yeni TTK Göre Bağımsız Denetime Hazır mı?
Bildiğiniz gibi Yeni Türk Ticaret Kanunu (TTK) 01.07.2012 tarihinden itibaren kademeli olarak uygulanmaya başlanacak. Acaba KOBİ şirketlerimiz “Bağımsız Denetime” hazırlar mı? KOBİ şirketlerimizin eskiden vergisel yönden denetimi ön planda idi. Artık Yeni Türk Ticaret Kanunu’na (TTK) göre “Bağımsız Denetim” ön plana çıkacak.

Artık şirketlerimiz;
  • Defter tutma düzeninin, finansal tabloların, kanun ile Ana sözleşmenin finansal raporlamaya ilişkin hükümlerine uygun olup olmadığı.
  • Yönetim kurulunun denetçi tarafından denetim kapsamında istenen açıklamaları yapıp yapmadığı ve belgeleri verip vermediği.
  • Finansal tablolar ile bunların dayanağı olan defterlerin, öngörülen hesap plânına uygun tutulup tutulmadığı.
  • Finansal tablolar ile bunların dayanağı olan defterlerin, Türkiye Muhasebe Standartları çerçevesinde, şirketin malvarlığı, finansal ve kârlılık durumunun resmini gerçeğe uygun olarak ve dürüst bir şekilde yansıtıp yansıtmadığı incelenecektir.

Bunun sonucu da şirketin genel durumunun şirket ortaklarına ve kamuya doğru, dürüst, şeffaf olarak sunulup sunulmadığı ortaya çıkacaktır. Bu itibarla, yeni TTK' ya göre, üç çeşit denetim raporu düzenlenecektir. Bunlar;

- Şirketin finansal tablolarına ilişkin denetim raporu,
- Yönetim kurulunun yıllık faaliyetlerine ilişkin denetim raporu,
- Riskin erken teşhisi ve yönetimi komitesine ilişkin denetim raporudur.

Finansal tabloların doğruluğundan işletme yönetimine sorumlu olduğundan Yönetim
Kurulları, Müdürler velhasıl yasal sorumlular çok dikkat etmeliler.
Bağım Denetçiler raporlarının sonunda “İlişikteki finansal tablolar, X işletmesinin 31 Aralık 2013 tarihi itibariyle finansal durumunu, aynı tarihte sona eren yıla ait finansal performansını ve nakit akım tablolarını, Uluslararası Finansal Raporlama Standartları çerçevesinde doğru ve dürüst bir biçimde yansıtmaktadır.” Diyebilmeleri için aşağıdaki sorulara olumlu cevap almaları gerekmektedir. Bağımsız denetçilerin araştıracakları bazı soruları şunlar olacaktır;

1. Denetimi yapılan şirketin ortakları, sahipleri, yöneticileri kim? Sorumluları kim? Kiminle muhatap oluyoruz? Şirket ortakları hakikaten o insanlar mı, yoksa bazı kişilere kurdurulmuş bir şirket mi? Yani dağdaki çobana kurdurulmuş bir şirket mi? Yöneticiler gerçek kişimi? Yoksa davul birinin sırtında çomak başkasının elinde mi? Çomak elinde olan yetkilinin elinde imza yetkileri, sorumlulukları var mı?
2. Esas faaliyet konusu ne? Halka açık mı? Finansal durumu nasıl? Problemli bir şirket mi?  Piyasadaki imajı nasıl?
3. Şirket yöneticilerinin dürüstlüğü ile ilgili bir şüphe var mı?
4. Kurumsal yönetim anlayışları var mı?
5. Şirketin sürdürebilirliğini etkileyecek devam eden önemli davaları var mı? Ciddi sorumluluklar getirebilir mi?
6. Şirket faal mi? Gayri faal mi? Yoksa sadece tabela şirketimi?
7. İş yapış şekilleri nasıl? Bu firma ile çalışmak bizim itibarımızı zedeler mi? Çalıştığı diğer firmalarla bir sorun yaşamış mı?
8. Kara para ile ilgili bir sorun var mı? Kara para aklama ile ilgili bir ilişkisi olmuş mu? Bu sermayenin kaynağı ne, finansmanını nerden sağlıyor, Yaptıkları iş finansmanı karşılar mı?
9. İşletmenin devamlılığında büyük risk var mı?
10. Denetçinin Bağımsızlığını ortadan kaldıran bir durum var mı? Yani Kanuna, Tebliğe, etik kurallara uyuyor muyuz? Yeterli elemanı, zamanı, bilgisi ve materyali var mı? Ücret konusu halledildi mi? Bu işletmenin riskini karşılayabilecek mi?
11. İşletme yönetimi, Bağımsız Denetçiden saklayacağı her türlü bilgi ve evraktan sorumlu olduğunu biliyor mu?
12. TMS göre satışlar gerçekleri yansıtıyor mu? Herhangi bir hile yapılmış mı? Açılış kaydı usulüne uygun mu? Bilgi sistemleri, muhasebe programları doğru çalışıyor mu? Şifreleme var mı? Sık sık değiştiriliyor mu? Bilgilere müdahale edilmesine, değiştirilmesine gerekli önlemler alınmış mı? Yedekler alınıyor mu, güvenli olarak saklanıyor mu?
13. Ticari alacaklar ve Borçlar gerçeği yansıtıyor mu, hesap mutabakatı yapılmış mı, Gecikmeler var mı? Şüpheli alacaklar var mı, karşılık ayrılmış mı?
14. Alacak – Borç senetleri gerçeği yansıtıyor mu? Yoksa mezar taşına mı düzenlenmiş? Teyitleşilmiş mi? Kasa doğru çalışıyor mu? Bakiyesi doğrumu?
15. Duran varlıklar, binalar, taşıtlar, demirbaşlar, araçlar gerçekte var mı? Fiyatları gerçek mi? Amortisman ayrılmış mı? Ayrılan amortisman doğrumu? Stoklar doğru değerlendirilmiş mi? Fiyatları gerçek mi? Alışları gerçekleri yansıtıyor mu? Naylon mu?
16. Aynı işi yapan başka firmalarla kar oranları arasında büyük fark var mı? Randıman farkı var mı?
17. Banka hesaplarının, Kredilerin durumu nedir? Ödemeler dengeli yapılıyor mu? Azalma artma var mı? Teminat mektubu alınmış mı?
18. Bilânço ve Gelir Tablolarında bir önceki yıla göre azalış ve artış var mı? Hesap planında uydurma hesaplar açılmış mı?
19. Personel Bordoları gerçekleri yansıtıyor mu? Naylon sigortalı var mı? Ödenen ücretle beyan edilen ücret aynımı? Fazla mesai, Hafta tatili, yıllık izin veriliyor mu? Kıdem tazminatları ayrılmış mı?
20. Tapular da, araçlarda, demirbaşlarda ipotek var mı?
21. Kontrol sistemi çalışıyor mu? İSO, TSE belgeleri alınmış ama uyuluyor mu?
22. Hesap kayıtları zamanında yapılmış mı? Gelir ve giderlerde Dönemsellik ilkesine uyulmuş mu? İşletmeden mal alanlar, satanlar gerçek mi?
23. Dövizler ve diğer menkuller doğru değerlendirilmiş mi?
24. Bilânço tarihinden sonra hisse devri sermaye artış veya azalışı gibi çok büyük değişiklikler var mı?
25. Yönetim Kurul Karar Defteri veya Ortaklar kurul Karar defterinde alınan kararla uygulama aynımı?
26. Vergi ve SGK cezaları var mı? Bu konuda açılmış davalar var mı?
27. Kar Dağıtımı usulüne uygun yapılmış mı? Yedekler ayrılmış mı?
28. Şirket ortaklarından alacak var mı, şirket kasasını cepleri gibi kullanıyor mu?
29.  Maddi Duran Varlıklar yeniden değerleme yapılmış mı? Enflasyon düzeltme farkları ne durumda.

İşte Bağımsız Denetçiler işletme hakkında olumlu rapor verebilmeleri için bütün bu sorulara olumlu cevap almaları gerek. Sizin işletmeniz bunlara hazır mı? Değilseniz hemen standartlara uyun.

Bağımsız denetçinin olumlu rapor verdiği şirket için artık maliye denetimine gerek kalmaz. Artık vergi denetiminden değil, yeni TTK gereği Bağımsız Denetimden geçmek gerekecek. Kolay gelsin.

 
  Ali Karapür ___________________________________________________________________

15 Aralık 2011 Perşembe

“Yeni” Limited Şirket

Türkiye’de bulunan şirketlerin büyük çoğunluğu limited şirketlerden oluşmaktadır. Gerek vergi avantajları gerekse de şirket sahibi olmanın büyülü gücü girişimcileri şirket kurmaya yönlendirmiş ve Anonim Şirketlere göre daha az prosedüre sahip olması nedeniyle genel olarak seçim Limited Şirketlerden yana olmuştur.

Bugün aile şirketi konumundaki sanayi şirketlerinden tutunda, sokağımızın başındaki markete kadar geniş bir yelpazede faaliyet gösteren limited şirketlerle ilgili bir çok düzenleme ve değişiklik tabir yerindeyse kapımıza dayandı.

İşlerimize yetecek kadar sermaye belirlediğimizde ve on, on beş seneliğine şirket müdürü seçtiğimizde tüm yükümlülüklerimizi yerine getirmiş olduğumuz şirketler çok yakında geçmişin tozlu raflarında yerini alacak.

01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girecek olan 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu basit bir şahıs şirketi hüviyetindeki Limited şirketlerimizi adeta baştan yaratarak küçük Anonim Şirketlere çeviricektir.

Kuruluşundan, yönetilmesine, sermayesinden, denetimine birçok yeniliğe yol açacak Türk Ticaret Kanunu yürürlüğe girdinde mevcut limited şirketlerden kaçı hayatına devam edecek yaşayıp öğreneceğiz.

Limited şirketlerle ilgili konular 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 573. İle 644. Maddeleri arasında düzenleniyor. Bazı konularda mevcut hükümler geçerliğini koruyor. Bu yazımızda hem eski hem yeni hükümleri gözden geçirmeye çalışacağız.

Ortak Sayısı;
Kanunun 573. Maddesi limited şirketin tanımı ile başlıyor. Kanun metninden aynen alır isek;
Limited şirket, bir veya daha çok gerçek veya tüzel kişi tarafından bir ticaret unvanı altında kurulur; esas sermayesi belirli olup, bu sermaye esas sermaye paylarının toplamından oluşur. ”denmektedir.
Kanunun yaptığı tanımda ilk dikkatimizi çeken kısım Limited Şirketin bir veya daha çok kişiden kuruluyor olmasıdır. 01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte olan mevcut Ticaret Kanunumuza göre iki olan asgari ortak sayısı yeni kanunda bire düşürülmektedir. Artık şirket kurabilmek için eşi dostu ortak yapmanın devri kapanmıştır. Şirket kurmak isteyen teşebbüsler tek başlarına Limited Şirket kurabilmektedir.
Limited şirketler tek ortak olarak kurulabileceği gibi çok ortaklı kurulup tek ortağa da düşebilmektedir. Burada yapılacak tek iş tek ortağı düşüldükten sonra 7 gün içinde bu durumu ticaret sicil gazetesinde tescil etmektir.

Kurucu Menfaatleri ve İntifa Senedi
Limited şirketlerin kurucularına daha sonra şirketin hisselerini üçüncü kişilere devretseler dahi, kurucu olmalarının verdiği hakla menfaat sağlanması üzerine ana sözleşmeye madde konabilir veya intifa senedi bastırılarak verilebilir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu bu konuyla ilgili düzenlemeleri yaptığı 584.maddesine yapılacak tüm işlemlerde konuyla ilgili Anonim Şirketler için yapılmış tüm düzenlemelerin Limited Şirketler içinde geçerli olduğunu hükmetmektedir.

Sermaye
Limited şirketler 6102 sayılı kanuna göre asgari 10.000 Tl sermaye ile kurulabilmektedir. Ancak kanunun 580. Maddesi ile Bakanlar Kuruluna asgari sermayeyi on katına kadar çıkarma yetkisi verilmiştir. 6102 sayılı kanunla gelen en önemli yeniliklerden biriside gerek kuruluş aşamasında gerekse de daha sonra yapılacak Sermaye Artırımlarında nakit sermaye koyulması söz konusu ise bunun derhal konulması gerekmektedir. Önceki Türk Ticaret Kanununda olduğu gibi nakit sermaye koyma borcunu ileriye ertelemek söz konusu değildir. Nakit sermaye borcu peşin olarak ödenmemiş şirketler kurulmamış veya sermayesini artırmamış sayılacak ilgili işlemler tescil edilemeyecektir.

Genel Kurul
Her ne kadar önceki Ticaret Kanununda da Anonim Şirketlerdeki Genel Kurul hükümlerinin limited şirketler içinde uygulanacağını söylese de bu uygulamaya asgari yirmi ortak sayısı koşulu getirmesi sebebiyle günümüzde kurulan limited şirketlerin neredeyse tamamında Genel Kurul toplanmamaktadır.
Ancak 6102 sayılı Kanunun Limited Şirket Genel Kurulunu düzenleyen 616. Maddesi Genel Kurul toplanmasına ilişkin herhangi bir asgari koşul getirmemiştir. Bu sebeple Limitet Şirketlerinde 01.07.2012 tarihinden itibaren her hesap döneminden sonra üç ay içinde Genel kurul yapması gerekecektir.
Genel kurul toplantılarına ilişkin hükümler Anonim Şirketlere benzer şekilde uygulanacaktır. Anonim Şirketlerden tek farkı Ana sözleşmeye konulması şartıyla Genel kurul öncesi çağrı süresi on beş günden on güne dönüşebilmektedir.

Finansal Tablolar ve Yasal Defterler
Limited şirketlerle ilgili finansal tabloların nasıl düzenleneceğini ve yasal defterlerin nasıl oluşturulacağını düzenleyen Türk Ticaret Kanunu’nun 610.maddesi bu konuyla ilgili işlemlerin Anonim Şirket’e uygulanan hükümlerle aynı uygulanacağını hükmetmektedir.
Bu ne anlama gelmektedir. Limited Şirketler de Anonim Şirketler gibi yasal defterlerini ve finansal tablolarını “Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu” tarafından yayınlanan Türkiye Finansal Raporlama Standartlarına göre düzenleyecektir.
Kanunun geçici maddesi mevcut durumunda yeni duruma geçiş için özel bir düzenleme yapmış ve geçiş tarihi olarak 01.01.2013 tarihini belirlemiştir. 01.01.2013 tarihi itibariyle faaliyette bulunan ve o tarihten sonra kurulacak tüm şirketler yasal kayıtlarını ve finansal tablolarını Türkiye Muhasebe Standartlarına göre düzenleyecektir.
Şu an için Limited şirketler arasında hiçbir ayrım olmaksızın bu hükümlere tabidir. Ancak yeni Türk Ticaret Kanununun kendilerine verdiği yetkiyi kullanarak Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu belli büyüklüğün altındaki limited şirketler ayrıca düzenleme yapabilir. Bu konu ile ilgili gelişmeleri yakından takip ediyoruz.

Denetim ve Denetleme
Bilindiği üzere mevcut Türk Ticaret Kanunumuzda Limited Şirketlerde denetçi bulunmamaktadır. Şirket Müdürler vasıtası ile yönetilmektedir Hali hazırda bir denetçi tarafından denetlenmemektedir.
Yeni Türk Ticaret Kanununun 635. Maddesi;
“Anonim şirketin denetçiye ve işlem denetçileriyle denetime ve özel denetime ilişkin hükümleri limited şirkete de uygulanır.”
Hükmü ile denetim açısından Limited Şirketlerinde yeni bir dönem başlatmaktadır.
Bilindiği üzere yeni Türk Ticaret Kanununda Anonim Şirketin 2 SMMM veya 2 YMM veya ortakları meslek mensuplarından oluşan bir bağımsız denetim şirketi tarafından denetlenmesini hükmetmektedir.
Limited şirketlerde denetime tabi olacak ve 01.03.2013’e kadar meslek mensupları ile veya bağımsız denetim şirketleri ile anlaşacaktır.
Burada insanların kafasını en çok karıştıran konulardan biride Limited şirketler iki ayrı mali müşavirle mi çalışacaktır? Sorusudur. Ve bu sorunun cevabı evettir.
Resmi defter kayıtlarını ve finansal raporların hazırlanmasını gerçekleştiren mali müşavir ile bu çalışmaları denetleyen mali müşavir olmak üzere iki mali müşavir ile çalışacaktır.
Böylesine bir maliyete hangi şirketler katlanacak sorusunun cevabı da en az birinci soru kadar nettir.
Şirket ortağı olmak isteyen, bankalardan kişisel serveti ile değil şirketinin finansal verileri ile ucuz kredi kullanmak isteyen, yerli veya yabancı yatırımcı ortak alabilen, şirketinin tüzel kişiliği ile piyasada iş yapmak isteyen kısaca Şirket gibi şirketler ve patronları gerekeni yapacak büyük ve kurumsal olmanın maliyetine katlanacaktır.
Özkan Cengiz
SMMM-Bağımsız Denetçi
muhasebevergi.com
Vergi Kaçırmayın! Vergi Planlaması Yaparak Avantajlarını Kullanın
“İnsan sevgiyle, devlet vergiyle ayakta durur”
İşletmeler ticari faaliyetlerde kazançlarını maksimize, maliyetlerini de minimize etmek isterler. Vergi ise; işletmenin karını azaltan bir maliyet olarak görülür. Evet; vergiler, mükellefler üzerinde değişik boyutlarda maddi anlamda yük oluştururlar. Mükellefler de üzerlerinde oluşan vergi yükünün büyüklüğüne göre tepkiler geliştirirler. Bu tepkiler bazen suç oluştururken, bazen suç oluşturmayacak nitelikte davranışlar olarak ortaya çıkabilir. Mükellefin vergi yüküne bağlı olarak gösterdiği tepkilerden üç tanesi;
- Vergi kaçakçılığı (Vergi kaçırma)
- Vergiden kaçınma
- Vergi avantajları şeklindedir
Mükelleflerin vergi yükü karşısında gösterecekleri tepki genellikle gelirine, kişiliğine ve ahlakına bağlı olduğu kadar, sosyal ve kültürel çevrelerine, verginin türüne, miktarına veya oranına bağlı olarak değişebilmektedir
Vergi kaçakçılığı, vergi baskısına karşı yasa dışı ve riskli bir tepkidir.  Çünkü yapılan denetimler sonucu mükellefin vergi kaçırdığı anlaşılırsa duruma göre ceza verilir. Ödenmesi gereken vergiyi, yasada belirtilen davranışlarla yasaya aykırı bir surette hiç ödememek veya eksik ödemek vergi kaçakçılığı olarak nitelendirilir. Vergi kaçırma suçtur ve çeşitli cezai yaptırımları vardır. Hatta türüne göre hapis cezası bile uygulanabilmektedir.
Hepimizin bildiği gibi; sağlıklı bir sosyal, siyasal ve ekonomik düzen kurabilmenin temel şartlarından birisi  toplumda yasadışı yollardan elde edilen gelirlerin ve vergi kayıplarının ekonomi içindeki payının mümkün olan en alt düzeye çekilmesidir. Ekonomik ve mali göstergeler bireyler ve şirketler için ne kadar önemli ise devlet hayatı için de en az o kadar önemlidir.
Bu konunun bir başka açıdan önemini ise ülkemizin bütçesine baktığımızda görmekteyiz 2010 yılı TC Bütçesinde bütçe gelirlerinin % 90.35’i vergi gelirlerinden sağlanmaktadır. Buda bizi şu sonuca ulaştırmaktadır; hükümetler hizmet yapabilmek, devlet işlerliğini devam ettirebilmek için vergi konusuna gereken önemi vermek zorundadır.
Medyayı takip eden ve vergi ile ilgilenen herkesin bilgi sahibi olduğu gibi son yıllarda vergi kanunlarımızda kayıt dışının kontrol altına alınması, vergi kaçırmanın engellenmesi için sürekli yeni müesseseler, kontrol mekanizmaları oluşturulmaktadır.
Çünkü değişen kamu gereksinimlerinde giderek çoğalan artış, kamu harcamalarında da aynı oranda artışa neden olmaktadır. Değişen çağın şartları gelişmelerle beraber insan ihtiyaçlarının da çeşitlenmesi ve artmasını beraberinde getirmiştir ve bu artış kamu hizmet ve harcamalarındaki artışa neden olmaktadır.
Kamu harcamalarının da en sağlıklı kaynağının vergiler olduğu inkar edilmez bir gerçektir. Vergi, devletlerin cebren ve karşılıksız olarak kamu giderlerini karşılamak üzere vatandaşlarından karşılıksız olarak aldığı ekonomik değerdir. Sonuç olarak; devlet artan bu kamu harcamaları karşısında daha fazla kaynağa ihtiyaç duymakta, dolayısıyla  kamu gelirleri içinde  önemli bir paya sahip olan vergi gelirlerinde  artış ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle vergi kaybını kontrol mekanizmaları artmaktadır
Bununla alakalı daha önceki makalelerimizde kısa bilgiler vermiştik devlet kamuoyunda torba yasa diye isim bulan, yasa ile vergi mükelleflerine gel geçmişini temizle ve beyaz bir sayfa aç mesajını vermiştir. Bu aynı zamanda bundan sonra artık kayıt dışı konusunda müsamahalı olunmayacağının göstergesidir. Yine görülüyor ki, devlet yeni yasalarla, projelerle vergi kaçırmanın önünü kesecek tüm çalışmaları yapmaktadır.
Buraya kadar aktardığımız kısa bilgilerden sonra şu sonuca ulaşıyoruz; evet vergi yükü ağır olabilir ve iş adamları, vergi sorumluları vergi kaçırmayı işletmelerinin finansmanı için bir kaynak olarak görebilirler. Ancak, yukarıda da söylediğimiz gibi bu yöntem artık hem çok riskli hem de uygulanması işletmelerin hayatiyetine zarar verebilecek tehlikeli bir süreçtir.
Devlet açısından baktığımızda; vergiyi ödeme gücü üzerinden değil, ödemek istediği miktar üzerinden ödeyen mükellef yapısı gayrisafi yurtiçi hasılaya göre kayıt dışını ülkemizde her geçen gün büyütmektedir. İşletmelerimiz açısından baktığımızda ise vergi kaçırma müessesine müracaat etmelerini; tamamen kendi geleceklerini ipotek altına almak olarak adlandırabiliriz.

Vergi kaçırmak yerine; tamamen yasal olan vergi avantajlarını veya vergiden kaçınma müessesini kullanarak doğru vergi planlaması yapmanın artık işletmeler ve devlet için en önemli yöntem olduğu düşüncesindeyim. Gerek gerçek, gerekse tüzel kişilerce devlete daha az vergi vermek için vergi kaçırma yerine; kanunların müsaade ettiği ve avantaj olacak unsurların kullanılması en doğal ve doğru yoldur.
Bu yöntem ulusal ve uluslararası yasaların, vergi anlaşmalarının izin verdiği çerçevede, bir plana bağlı olarak şekillendirildiği takdirde her iki taraf da kazançlı çıkacaktır. İlk bakıldığı anda işletmelerin yararına ama vergi gelirlerinde azalma gibi görünen bu durum uzun ve planlı vadede devlete düzenli vergi ödeyen mükelleflerin sayısında artış sağlayacağı için aynı zamanda vergi gelirlerini de arttıracaktır
Evet, vergi ödeyenlerin; vergiden kaçınma ve vergi avantajlarını kullanma hakları vardır. Ve bu  hakları tamamen yasal ve risksiz bir yöntemdir.
Bunun için işletmeler ciddi bir vergi planlaması yapmak zorundadırlar. Vergi Planlaması (İşletme Vergiciliği), işletme üzerinde oluşacak vergi yükünü en aza indirmek için mükelleflerin ulusal ve uluslararası hukuk ve vergi yasalarının boşluklarından yararlanarak, bunları en akılcı biçimde kullanıp vergi yüklerini azaltma çabaları olarak tanımlanabilir.
Buda, kendini yetiştirmiş vergi mevzuatlarımıza hâkim değişiklikleri takip eden bir meslek grubu karşımıza çıkarmaktadır; vergi planlamacısı.
Vergi planlamacısının işi, işletmelerin mali işlemlerini vergi sonrası gelirleri artıracak şekilde yeniden yapılandırılmaya yöneltmesidir. Vergi planlamacısının işletmelerin, üzerlerindeki vergi yükünü dikkate alarak, kurumsal bir vergi politikası üretip izlemesi, her yılın sonunda kazanç – vergi hesaplaması yerine, gelecek yılların faaliyetlerini ve üzerlerindeki vergi yükünü önceden hesaplayabilecekleri ciddi bir vergi planlamasına yönelmesi ve yasal vergi tasarrufu haklarını kullanması gayet doğaldır.
İşletmelerimizin ve vergi mükellefi iş adamlarımızın danışmanlarını artık vergi planlaması konusunda sıkıştırmaları ve bu konuya önem vermeleri gerekmektedir. Kullanılabilir bilginin ekonomik değer taşıdığı düşüncesiyle; vergi avantajlarını kullanmak varken,  vergi kaçırma yüzünden  kanunlardaki o ağır yaptırımlarla karşı karşıya kalınmamasına, aynı zamanda hem işletmenin hem de devletin zarara uğratılmaması gerekliliğine inanıyorum.
 Nevzat Erdağ