21 Aralık 2011 Çarşamba

2012`de Türkiye`yi neler bekliyor ?

Bir önceki yıl dünya ekonomisi yeniden % 5'in üzerinde büyüyünce global finansal sistemin yeniden çalışmaya başladığı, stokların eritildiği ve yatırımların yeniden hızlanacağı düşünülmüştü.
2011 başında gelen yavaşlama sinyalleri de çok ciddiye alınmamıştı. Zaten hızlı olan geri dönüşün biraz yavaşlaması normaldi. Japonya'daki deprem ve tsunami tedarik zincirini geçici olarak etkileyecekti. (Daha sonra ciddi bir revizyonla % 1,9'dan % 0,4'e düşürülen) ABD ekonomisinin ilk çeyrek büyüme verisi de gayet iyi gelmişti.
Euro Bölgesi'nde Yunanistan sorunu vardı ama bölgenin % 2'si bile etmeyen bir ekonominin sorunu nasılsa daha fazla büyümeden halledilebilirdi. Ama 2011 yılının ikinci yarısı hiç de beklendiği gibi gelişmedi. Özellikle de Euro Bölgesi Yunanistan sorununu basiretli bir şekilde çözmek yerine piyasaları kandırma yoluna gidince moraller iyice bozuldu. Artık 2012 yılına olumlu bakan kalmadı.

Büyüme beklentileri sürekli aşağı çekiliyor. Euro Bölgesi liderliğinde gelişmiş ekonomilerin durgunluk yaşayacağı ve bazılarının resesyona kayabileceği düşünülürken Çin ve Hindistan gibi hızlı büyüyen gelişmekte olan ülkelerin de ciddi şekilde yavaşlayacakları öngörülüyor.

Bu genel resim içinde Türkiye'ye yönelik endişeler de artıyor. Piyasaların merakla fiyatlamaya çalıştığı 3 soru var:


1)
Euro Bölgesi'ndeki kriz, ihracatımızı nasıl etkileyecek?
Son 4 yılda ihracatımız içindeki payı 10 puan geriledi ama AB Türkiye'nin hâlâ en önemli ihracat pazarı. Üstelik Türkiye'de ihracattan daha fazla destek alan bir büyümenin hedeflendiği bir ortamda bu en önemli pazara yönelik endişeler can sıkıyor. Bölgenin gelişmiş ekonomileri tüketim yerine tasarrufa yöneldikçe bölgeye yapılan ihracat olumsuz etkilenecek. Nitekim Japonya'nın bölgeye olan ihracatı gerilerken Çin ve Güney Kore'nin ihracat artışı sürekli geliyor.

Ama tersine Türkiye'nin ihracatı gayet iyi. Yılın ilk 10 ayındaki ihracat artışı % 22. Son 4 yılın en yüksek artış oranı. Üstelik sebebi sadece döviz kurundaki yükseliş değil. AB'deki tasarruf eğilimi Türkiye ihracatına yarıyor çünkü marka primi olmadan daha ucuz ama fiyatına göre iyi kalite sunan Türkiye ihracatı kriz dönemlerinde talep görüyor. Ayrıca Asya fiyatları büyük miktardaki sevkiyatlarda avantajlı. Türkiye kriz dönemlerinin daha çabuk ve daha küçük miktarlardaki ithalat talebine Asya'ya göre çok daha kolay cevap verebiliyor. O nedenle, Avrupa'daki krizin ihracata olumsuz etkisinden çok endişe etmemek gerekir.
2) Bankalar nereden finansman bulacaklar?

Euro Bölgesi'nde finansal sistem son derece sıkıntılı. Bankalar geri alamayacaklarından şüphe ederek birbirlerine kredi vermekten imtina ediyorlar. Bölge bankalarının 2012 ortasına kadar 115 milyar Euro ek sermayeye ihtiyaçları var ve
bunu bulamazlarsa bilançolarını küçülterek sermaye açıklarını kapamak durumundalar.

İtalya, İspanya ve hatta Fransa gibi ülkelerin devletleri makul maliyetlerle borçlanmakta zorlandıkları için bankalarını yurtdışına kredi vermek yerine kendi devlet tahvillerini almaya zorlayabilir. Hatta Alman Commerzbank Almanya dışına kredi vermeyeceğini açıkladı bile. Böyle bir ortamda bankaların Türkiye'ye yeteri kadar kaynak aktarmayabilecekleri önemli bir endişe kaynağı. Cari açığı hâlâ yüksek olan Türkiye'nin bunu finanse ettiği en önemli kanal bankalar ve onların da en önemli finansman pazarları Avrupa.

Elbette bölge sorun yaşamasa daha iyi olurdu ama bu sorunu da çok abartmamak gerekir. Birincisi, Euro Bölgesi'nde aslında yeteri kadar likidite var. Sadece bankalar arasında dolaşmıyor. Bankaların birbirlerine güvenmedikleri için ECB'ye gecelik yatırdıkları likidite miktarı yeniden 300 milyar Euro'nun üzerinde. Üstelik ECB 2012 ortasında % 0,50'lere kadar düşmesi beklenen bu ucuz fonlamayı artık 3 yıla kadar uzayan vadelerde yapmaya başladı.

Türkiye'ye arkasında dış ticaret işlemlerine dayanarak verilen sendikasyon, postfinansman gibi krediler de pek bir yılı aşmıyor ve gayet kârlı (çünkü bu finansmanla Türkiye'de kârlı işler yapılıyor). Ayrıca Türkiye'deki bankalar kredi geri ödemesi açısından Euro Bölgesi bankalarına göre çok daha güvenilir konumda. Euro Bölgesi 6 aydır zor bir süreçten geçiyor olmasına rağmen Türk bankaları son bir yılda vadesi gelen borcunun % 58'i kadar daha fazla borçlanabildi. 2012'de bunun % 100'ün altına inmesi bugüne kadar yaşanandan çok daha büyük bir kriz gerektirir.

Son olarak da, her ne kadar uzun vadeli projelere uygunluk açısından yurtdışı (döviz) krediler önemli olsa da banka bilançolarının yaklaşık dörtte biri devlet tahvillerinden oluşuyor. Devlet bütçesinde bu şekilde tasarruf yapmaya devam edip vadesi gelen borcunun altında borçlandıkça bankalara reel sektöre kalıcı bir şekilde aktarabileceği bir kaynağı sağlamış olacak. Bu da bir tür sigorta görevi görüyor.

3) Büyümenin motoru ne olacak?


Otoritelerin uyguladığı politikalar ekonomiyi iç talepten ziyade ihracata dayalı büyümeye yöneltiyor. Yukarıda da vurguladığım üzere ihracatın yapısı itibarı ile sorun yaşamayacağını ve 2012'de çift haneli hızlarda büyümeye devam edebileceğini düşünüyorum. Ne var ki, ihracat büyümenin ilacı değil. Ekonominin en önemli iki motoru iç talep ve iç talebe yönelik yatırım harcamaları. İç talep zayıflarken yatırım harcamaları da azalırsa Türkiye % 5-7 arasındaki potansiyel büyümesinin oldukça altına inebilir.

Öte yandan yurtiçi üretim yerine ithalata yüklenen reel sektör açık bir şekilde otoritelerin yurtiçi üretimi teşvik etmeye yönelik ciddi tedbirler aldığını, bu tedbirlerin mevcut kâr marjlarını önemli ölçüde daralttığını ve uzunca bir süre sonuç alınıncaya kadar bu politikada ısrar edileceğini görüyorlar. Yakında çözülmesi beklenmeyen global kriz de TL'yi rekabetçi tutarak bu amaca büyük destek veriyor.

Bu ortamda son derece dinamik çalışan reel sektörün şimdiden bu teşviklerden faydalanarak ithalatlarını ikame edici projelere yöneldikleri görülüyor ve bu hızlanarak devam edecek. Dolayısıyla, iç talep zayıflasa da yatırım harcamaları üzerindeki etkisinin fazla olmayacağı düşünülebilir.

Bugün 2012'nin özellikle yılın ilk yarısında global anlamda kolay geçeceğini iddia etmek büyük cesaret ister. Ama Türkiye'ye yönelik endişelere temkinli yaklaşmak gerekir.

ZAMAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder