1 Kasım 2011 Salı

DÜNYA DEĞİŞİYOR PEKİ BİZ? 

1980 sonrasında dışa açık ekonomik model arayışlarını hızlandıran Türkiye’de bilindiği üzere, en son Türk Ticaret Kanununda (TTK) yapılan köklü değişiklikler ile yeni bir döneme girilmiş bulunulmaktadır. TTK’da yapılan pek çok radikal değişiklik ile ülkemizdeki firmaların daha şeffaf, daha hesap verebilir ve daha uluslar arası standartlara uygun işlem yapması hedeflenmekte ve önümüzdeki süreçte, iş dünyasının da buna göre yapılandırılması arzu edilmektedir.
             Halen Dünya’nın en büyük 16. ekonomisi olan Türkiye’nin bu tür yapısal dönüşüm ve değişimlere ihtiyacı olduğu açıktır. Daha açık bir ifade ile yargı, yürütme ve yasama paralelinde, ülkemizdeki tüm kamu kurum ve kuruluşları ile birlikte Türk özel sektörünün de bir dönüşüm ve değişime ihtiyaç duyduğu aşikardır. Çok daha proaktif bir yapıya sahip olan Türk özel sektörünün bu yeni süreçte, değişimlere kamu kesimine nazaran daha hızlı bir uyum göstereceğini tahmin etmek sanırım hayalcilik olmayacaktır. Ancak bu avantajlı durum kamu kesiminin uyum sürecini daha geriden takip etmesi ile dezavantajlı bir duruma da dönüşebilecektir. Bu nedenle önümüzdeki süreçte, Türk kamu kesiminin de değişen Dünya’nın hızına ayak uydurabilmesi için gerekli tedbirlerin alınması, sanırım yerinde atılmış bir adım olacaktır.
Ancak, Kamu kesiminin değişim ve dönüşümü yanında, bir diğer önemli sorun ise, Türk özel sektörünün Dünya’daki asıl rakipleri ile mücadele de ne derece başarılı olacağı sorunudur. Çok güçlü bir finansal yapıya, belirli alanlarda karşılaştırmalı üstünlüklere ve uzun bir geçmişe dayanan iş tecrübesine sahip olan bu ülkelerin bir adım önde olduğu açıktır
Özel sektörümüzün özellikle son 20 yılda aldığı yol her türlü takdiri hak etmektedir. Yeterli sermaye ve insan kaynağına sahip olmayan, pek çok bürokratik sorunla da boğuşmak zorunda olan ülkemiz sanayici ve tüccarının gösterdiği ilerleme ve geldiği nokta pek çok uluslararası kuruluş ve örgütlerin de dikkatini çekmektedir. Ancak, bu noktada sorgulanması gereken husus, bu gelişme ve ilerlemenin sürdürülebilir olup olmadığıdır.
Kamu kesiminin değişim ve dönüşümler de yavaş ve çok geriden gelmesi, özel sektöre yanlış mesajlar vermemelidir. Türkiye gibi kalkınmasını özel sektör eliyle yapmaya karar vermiş ülkelerde özel sektör, kamu kesimine yol gösteren, hedefler koyan ve demokratik ölçüler içinde ısrarcı olan bir yapıya bürünmek zorundadır. Türkiye’nin kalkınması dikkat çekici olmakla birlikte, yeni dönemde ülkemizi daha zorlu bir sürecin beklediği de açıktır. Güney Afrika Cumhuriyetinin de dahil olduğu BRİÇ olarak anılan Rusya, Hindistan, Çin, Brezilya’dan oluşan topluluğa önümüzdeki süreçte Meksika, Güney Kore, Türkiye ve Endonezya’nın da dahil edilebileceği tahminleri yapılmaktadır. Bu yeni dönemde ülkenin çok daha iyi uygulama ve başarı örnekleri sergilemesi gerekecektir.
Peki Türk özel sektörü neleri daha iyi yapmak zorundadır? Öncelikle, insana yatırım yapmanın hem devletlerin hem de şirketlerin kalkınma ve gelişmesinin olmazsa olmaz koşulu olduğunu kabul etmek ve kalkınmamızın temeline bu gerçeği yerleştirmek gerekecektir. Finansal kaynakları kadar devlet veya şirketlerin insan kaynakları da ilerlemelerinin belirleyici ana unsurlarıdır. Yetişmiş ve nitelikli insan kaynağı, her işletmenin önceliği olmadıkça, gerçek anlamda kalkınmanın bir hayal olarak kalacağını, kaliteli insan kaynağına sahip olmayan Türkiye’nin Gelişmiş Ülkeler masasında kendisine yer bulamayacağını öncelikle kabul etmek gerekir.
Yetişmiş insana duyulan gerçek bir talep, arzını da beraberinde getirecektir. Başta Ege olmak üzere, her bölge yetişmiş insan gücü için çekim merkezi haline dönüşmek zorundadır. Bu konuda kamu kesiminin daha çok yavaş hareket edeceğini, kamu eliyle bu sürecin çok uzun yıllara yayılacağı açıktır. Özel kesim bu konuda inisiyatifi ele alıp, kamu kesimini de daha fazla zorlayan, daha fazla talepkar bir yapı içinde, sivil toplum örgütlenmeleri, odaları ve birlikleri ile öncü rol oynamalıdır.
Nitelikli insan kaynağı yanında, kayıt dışı ekonomi sorunun çözüme kavuşturulması da bir diğer önceliktir. Maliye Bakanlığı Devlet istatistik Enstitüsü verilerinden hareketle Türkiye’de ki kayıt dışılığı 2004 yılı itibariyle en fazla %30 seviyesinde tahmin etmiş ve 2008-2010 yılları arasında uygulanmak üzere kayıt dışı Ekonomiyle Mücadele Stratejisi Eylem Planını hayata geçirmiştir. Tespit ve sonuçları tartışılsa da, bu plan ile hükümetin de kayıt dışı ekonomi ile mücadele de bir şeyler yapma yönünde adımlar atmaya niyetli olduğu anlaşılmaktadır.
Sözün özü, Türkiye bir dönemin sonuna gelmiş bulunmaktadır. Geçmişin realite ve zorunlulukları yeni Türkiye’de kendisine daha zor yer bulacak, kayıt dışılık artık her zamankinden daha fazla ekonomide sıkıntı yaratacaktır. Pek çok sektörde, en ucuz işgücü ile çalışan işletmeler daha karlı olmayacak, en iyilerle çalışan firmalar sınırlı kaynakları ile en iyi sonuçları alıp, daha sürdürülebilir bir büyüme yakalayacaklardır. En azından Türkiye olarak talip olduğumuz uluslararası lig, bu yeni yapıyı zorunlu kılmaktadır.  

İ.Halil Bağdınlı 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder