Ortaklar şirketin borçlarından devlete karşı sorumlu
Devlet vergi, prim, harç gibi alacaklarını Amme Alacaklarının Tahsili Usulü
Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil eder.
Kişilerin veya şirketlerin borçlarında devlet birçok durumda gerçek kişi
alacaklıların önüne geçer. Bunun yanı sıra devlet, alacaklarını tahsil etmede
birçok cebri yol izleme imkânına sahiptir. Devlet ile münasebetlerinde borca
düşenlerin hatta düşme ihtimali bulunanların bunu dikkate alması gerekir.
Gerçek kişilerin yanı sıra şirketlerin de devlete olan borçlarından takip
edilmeleri, ihtiyati tahakkuk, haciz vb. cebri uygulamalara maruz kalmaları söz
konusu olabiliyor. Hatta hisseleri devredilen şirketin borçlarından bile
sorumlu tutulabiliyorlar. Ortaklar, şirket borçlarından sermaye hisseleri
oranında sorumlu tutulur.
Limited şirketin kamu borçlarından dolayı ortakların takibinde kamu
idareleri tarafından izlenecek yolda öncelikle alacakların şirketten veya
şirketin mal varlığından tahsil edilmesi gerekir. Şirketten tamamen veya kısmen
tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağının doğduğu
ve ödenmesi gerektiği zamanlarda şirket ortaklarının kimler olduğu ve bu
ortakların sermaye payları; şirket ana sözleşmesi, ana sözleşme değişikliği
veya pay defterindeki kayıtlardan tespit edilir. Bu aşamada her bir ortağın
sermaye payına göre takip konusu olan amme alacağından sorumlu olduğu tutar
belirlenir. Şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil
edilemeyeceği anlaşılan amme alacağının ödenmesinden sermaye hissesi oranında
sorumlu tutulması gereken ortağın, hissesini devredip devretmediği araştırılır.
Hisse devrinin söz konusu olduğu hallerde, devralan kişinin devir tarihi
itibarıyla vadesi geldiği halde ödenmemiş şirket borçlarından sorumlu
tutulacağı tutar tespit edilir. Şirketin kanuni temsilcileri için (şirket
müdürü) takibat, amme alacağının tamamı için yürütülür. Şirketten tahsil
edilemeyen alacak için şirket temsilcilerine ve diğer ortaklara aynı anda takip
başlatılabilir. Kanunda bu hususta bir öncelik tanınmamış. Ancak bazı yargı
kararlarında öncelikle şirket temsilcileri hakkında takip başlatılması
gerektiği, o takibattan netice alınamaması halinde diğer ortaklara hisseleri
oranında mesul tutulmak üzere takibat başlatılabileceği belirtiliyor. Ancak şu
unutulmamalıdır ki; ister ‘ortak’ ister ‘müdür’ sıfatıyla asıl borçlu limited
şirket borcundan ikinci derecede sorumlu tutulmak için her şeyden önce ikinci
derecede sorumluluğuna gidilen kişi adına düzenlenmiş bir ödeme emrinin
mevcudiyeti şarttır. Yani limited şirket adına düzenlenmiş ödeme emirleriyle
ikinci derecede sorumluluğu olan kişiler hakkında takip yapılması mümkün
değildir.
Teminatı inceleme elemanı istemeli
İdareler bu alacaklarını garanti altına almak için cebri yollara müracaat
edebilir demiştik. Ancak her cebri tedbir tüm idare birimi tarafından
kullanılamaz. Mesela tahsile zorlamak için idare, borçludan teminat isteyemez.
Borçlulardan teminat istenebilmesi için 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 344.
maddesi uyarınca vergi ziyaı cezası kesilmesini gerektiren haller ile 359.
maddesinde sayılan hallere temas eden bir amme alacağının salınması için
gerekli işlemlere, diğer bir anlatımla vergi incelemesine başlanmış olması ve
incelemeye yetkili memurlarca ilk hesaplar yapılarak teminat istenmesine esas
olacak bir miktarın belirlenmesi gereklidir. Dolayısıyla, teminatın ancak devam
eden bir vergi incelemesi esnasında ve inceleme elemanlarınca yapılan ilk
hesaplamalar sonucu belirlenen miktar üzerinden istenebilmesi mümkündür. Vergi
incelemesi sonuçlanıp, kesin rakamlar belirlenerek bulunan matrah farkı
nedeniyle tarhiyat yapılması halinde ise teminat istenemez.
Yine idareler alacaklarını tahsil edebilmek adına borçluların mallarına
haciz uygulama imkânına sahiptir. Haciz yoluna gidilirken de haczedilemeyecek
malların varlığı akıldan çıkarılmamalıdır. Mesela kişinin ikamet için
kullandığı eve konulan haciz hukuki anlamda sıkıntılar barındırır. Kamu
borçlusunun kendisinin ve ailesinin ikametgâhı da olan konutunun hiçbir koşulda
haczedilemeyeceği yolunda yapılmış bir düzenleme yoksa da konut olarak
kullanılan taşınmazına haciz konulan borçlu, mahcuzun değerinin; bulunduğu yer
ve özellikleri ile kendisinin aile yapısı ve bu yapı içinde yaşantısına uygun
olan bir konut edilmesine elverişli olan değerden daha fazla olmadığı iddia
edilebilir. Yani haczedilen konutun satılmasından sonra kendisinin haline uygun
bir ev alabilecek tutarın kendisine bırakılması, bakiye tutarın kamu alacağının
ödenmesinde kullanılması gerekir. Ancak idare, haczettiği konutun değerinin
borçlunun ikamet etmek üzere alacağı konuttan fazla değerde olduğunu
kanıtlamalıdır. Aksi takdirde mahkemeler haczin kaldırılmasına karar
vermektedir. Çünkü Amme Alacakları Kanunu’nda haczedilemeyecek malların
gösterildiği 70. maddenin 11. bendinde, borçlunun haline münasip evinin, ancak
evin değeri fazla ise satış bedelinden haline münasip bir yer alabilecek miktar
borçluya bırakılmak üzere haczedilebileceğini kurala bağlamıştır.
zaman
Ahmet Yavuz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder